Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 423
(390-463)

İkinci kısım olan musîbetzede ve hastaların ve hayatından me’yus olanların menfaati; firenk-meşrebane, dinsizcesine medeniyet terbiyesinde midir? Halbuki o biçâreler bir nur isterler, bir teselli isterler. Musîbetlerine karşı bir mükâfat isterler. Ve onlara zulmedenlerden intikamlarını almak isterler. Ve yakınlaştıkları kabir kapısındaki dehşeti def’etmek istiyorlar. Sizin gibilerin sahtekâr hamiyetiyle, pek çok şefkate ve okşamaya ve tımar etmeye çok lâyık ve muhtaç o biçâre musîbetzedelerin kalblerine iğne sokuyorsunuz, başlarına tokmak vuruyorsunuz! Merhametsizcesine ümidlerini kırıyorsunuz, ye’s-i mutlaka düşürüyorsunuz! Hamiyet-i milliye bu mudur? Böyle mi millete menfaat dokunduruyorsunuz?

Üçüncü tâife olan ihtiyarlar, bir sülüs teşkil ediyor. Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar. Böylelerin menfaati ve nûru ve tesellisi, Hülâgu ve Cengiz gibi zâlimlerin gaddarane sergüzeştlerini dinlemesinde midir? Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, ma’nen sukut, zâhiren terakki denilen şimdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve hakîki teselli, tiyatroda mıdır? Bu biçâre ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, ma’nevî bıçakla o biçâreleri kesmek hükmünde ve “idam-ı ebedîye sevkediliyorsunuz” fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir kapısını ejderha ağzına çevirmek, “Sen oraya gideceksin” diye ma’nevî kulağına üflemek; hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüz bin def’a “El’iyâzü Billâh!..”

Dördüncü tâife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, isti’dâdları mes’udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehvâl ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkülü îmanî ve teslim-i İslâmî telkinatiyle o ma’sûmlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i ma’nevîyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düstûrların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibâret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu ma’sûm çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye ta’bir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi.

Dinle
-