Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemâatin selâmeti için, bir ferdin rızâsı bulunmadan hayatı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyyet nâmına rızasiyle olsa, o başka mes’eledir.
Adâlet-i izâfiye ise: Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eder. Cemâat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adâlet-i izâfiyeyi yapmağa çalışır. Fakat adâlet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adâlet-i izâfiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.
İşte İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhü, adâlet-i mahzâyı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muârızları ise, “Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var.” diye adâlet-i izâfiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sâir esbab ise, hakîki sebeb değiller, bahânelerdir.
Eğer desen: Hilâfet-i İslâmiye noktasında İmâm-ı Ali’nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatiyle beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?
Elcevab: O mübârek zât, siyaset ve saltanattan ziyâde, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, “Şah-ı Velâyet” ünvan-ı ma’nidarını bihakkın kazanamıyacaktı. Halbuki zâhirî ve siyasî hilâfetin pek çok fevkinde ma’nevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hatta kıyamete kadar saltanat-ı ma’nevîsi bâki kaldı.
Amma Hazret-i İmâm-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffîn’de, Hazret-i Muaviye’nin taraftarlariyle muharebesi ise, hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yâni: Hazret-i İmâm-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakâik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara fedâ ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimâîye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbûr zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.
Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi. Yâni: Emevîler, Devlet-i İslâmiyeyi, Arab milliyeti üzerine istinâd ettirip râbıta-i İslâmiyeti, râbıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler:
Birisi: Milel-i sâireyi rencide ederek tevhiş ettiler.
Diğeri: Unsuriyet ve milliyet esasları, adâleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder. Adâlet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyet-perver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adâlet edemez.