Mektubat | Yirminci Mektup | 230
(222-258)

İKİNCİ KELİME:

İşte şu kelime sarih bir mertebe-i tevhidi gösterir. Şu mertebeyi dahi, a’zamî bir sûrette isbat eden gâyet kuvvetli bir bürhanına şöyle işâret ederiz ki:

Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldırdıkça, en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir nizamdır ve şâmil, hassas bir mîzandır görüyoruz. Herşey dakik bir nizam ile, hassas bir mîzan ve ölçü içindedir. Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe, yeniden yeniye bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yâni: Birisi, intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mîzanı tazelendiriyor. Herşey bir model olup, pek kesretli muntazam ve mevzun sûretler giydiriliyor. Daha ziyâde dikkat ettikçe, o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adâlet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir fâide ta’kib ediliyor. Daha ziyâde dikkat ettikçe, gâyet hakîmane bir faaliyet içinde bir kudretin tezahüratı ve herşey’in her şe’nini ihâta eden gâyet muhît bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor. Demek bütün mevcûdâttaki şu nizam ve mîzan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adâleti; ve o hikmet ve adâlet, bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek, bir Kadîr-i Külli Şey ve bir Alîm-i Külli Şey, şu perdeler arkasında akla görünüyor. Hem herşey’in evveline ve âhirine bakıyoruz, husûsan zîhayat nev’inde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki; güya tohumları, asılları; birer târife, birer proğram şeklinde bütün o mevcûdun cihâzâtını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde; yine bütün o zîhayatın ma’nası süzülüp onda tecemmu’ eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desâtir-i îcadiyesinin bir mecmûasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise, evâmir-i îcadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz. Sonra o zîhayatın zâhirine ve bâtınına bakıyoruz. Gâyet derecede hikmetli bir kudretin tasarrufatı ve nâfiz bir irâdenin tasviratı ve tanzimatı görünüyor. Yâni, bir kuvvet ve kudret îcad eder; bir emir ve irâde sûret giydirir.

İşte bütün mevcûdât, böyle evveline dikkat ettikçe bir ilmin târifenâmesi ve âhirine dikkat ettikçe bir Sâni’in plânı ve beyânnâmesi ve zâhirine baktıkça bir Fâil-i Muhtar’ın ve Mürîd’in gâyet san’atlı ve tenasüblü bir hulle-i san’atı ve bâtınına baktıkça, bir Kadîr’in gâyet muntazam bir makinasını müşahede ediyoruz.

İşte şu hal ve şu keyfiyet, bizzarure ve bilbedahe i’lân eder ki; hiçbir şey, hiçbir zaman, hiçbir mekân birtek Sâni-i Zülcelâl’in kabza-i tasarrufundan hariç olamaz.

Dinle
-