Mektubat | Yirminci Mektup | 233
(222-258)

Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük dâire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsûlâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehâdetten âlem-i gayba, dâire-i kudretten dâire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir dâire olan zemîn yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri, enva’ları içinde eker, biçer, kaldırır. Ma’nevî mahsûlâtını dahi gaybî, uhrevî, misâlî ve ma’nevî âlemlerine gönderir. Daha küçük bir dâire olan bir bahçeyi yine yüz def’a, bin def’a kudretle doldurup, hikmetle boşalttırıyor. Daha küçük bir dâire olan bir zîhayatı, meselâ bir ağacı, bir insanı, yüz def’a onun kadar, ondan mahsûlât alır. Demek O Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl; küçük-büyük, cüz’î-küllî herşey’i birer model hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda, taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san’atını onlara giydirir; cilve-i esmâsını, mu’cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde herbir şey’i, birer sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede, yüzer tarzda ma’nidar mektubatını yazar; hikmetinin âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. Şu âlem-i ekberi, mülk şeklinde inşa etmekle beraber; şu insanı dahi öyle bir sûrette halketmiştir ve ona öyle cihâzât ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa nefs, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve da’va vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hükmüne getirmiştir.

İşte hiç mümkün müdür ki: Pek büyük olan âlem-i zerrattan tâ bir sineğe kadar bütününü mülk ve tarla yapan ve küçük insanı, o büyük mülke nâzır ve müfettiş ve çiftçi ve tüccar ve dellâl ve âbid ve memlûk yaptıran ve kendine, muhterem bir misafir ve sevgili bir muhatab ittihaz eden o Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl’den başka, o mülke tasarruf edip, o memlûke seyyid olabilsin?

Dördüncü Fıkra:

ibâresidir.

Meâli şudur ki: Sâni-i Zülcelâl’in âlem-i ekberdeki san’atı o derece ma’nidardır ki; o san’at, bir kitap sûretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebîr hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütübhânesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakîkatla bağlı ve hakîkattan meded alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübîn’in bir nüshası olan Kur’ân-ı Hakîm şeklinde i’lân edildi. Hem nasılki kâinattaki san’atı, kemâl-i intizamından kitap şekline girdi; insandaki sıbğatı ve nakş-ı hikmeti dahi, hitab çiçeğini açtı. Yâni o san’at, o derece ma’nidar ve hassas ve güzeldir ki; o makine-i zîhayattaki cihâzâtı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi.

Dinle
-