Evet O Kadîr-i Zülcelâl her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki; O’na şehâdet eder. Ve birer mühr-ü vahdâniyet basmıştır ki, ona delâlet eder. Şu hakîkat-ı uzma, Yirmi İkinci Söz’de ve Otuz İkinci Söz’de ve Otuz Üçüncü Mektub’un otuz üç adet Penceresinde gâyet parlak ve kat’i bir sûrette îzah ve isbat edildiğinden onlara havâle edip, sözü keser, burada hâtime veririz.
BEŞİNCİ KELİME:
Yâni: Bütün mevcûdâtta sebeb-i medh ve senâ olan kemâlât O’nundur. Öyle ise, hamd dahi O’na âidtir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ve senâ O’na âittir. Çünkü sebeb-i medh olan ni’met ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medâr-ı hamd olan herşey O’nundur, O’na âittir. Evet âyât-ı Kur’âniyenin işârâtiyle, bütün mevcûdâttan dâimî bir sûrette dergâh-ı İlâhîyeye giden bir ubûdiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duâdır ve bir hamd ü senâdır ki; dâimî o dergâha gidiyor. Şu hakîkat-ı Tevhidi isbat eden bir bürhan-ı azama şöyle işâret ederiz ki:
Şu kâinata baktığımız vakit, bağistan şeklinde; sakfı ulvî yıldızlarla yaldızlanmış, zemîni zînetli mevcûdâtla şenlenmiş sûrette görünüyor. İşte şu bağistandaki muntazam nurânî ecrâm-ı ulviye ve hikmetli ve zînetli mevcûdât-ı süflîye, umumen herbiri lîsan-ı mahsusiyle derler ki: Biz bir Kadîr-i Zülcelâl’in mu’cizat-ı kudretiyiz. Bir Hâlık-ı Hakîm ve bir Sâni-i Kadîr’in vahdetine şehâdet ederiz.
Ve şu bağistan-ı âlem içindeki Küre-i Arz’a bakıyoruz, görüyoruz ki: Bir bahçe şeklinde rengârenk yüz binler süslü çiçekli nebâtât tâifeleri onda serilmiş ve çeşit çeşit yüz binler enva’-ı hayvânât onda serpilmiştir.
İşte şu zemîn bahçesinde bütün o süslü nebâtât ve zînetli hayvânât, muntazam sûretiyle ve mevzun şekilleriyle i’lân ediyorlar ki: Biz birtek Sâni-i Hakîm’in san’atından birer mu’cizesi, birer hârikasıyız ve vahdâniyetin birer dellâlı, birer şâhidiyiz.
Hem o bahçedeki ağaçların başlarına bakar görürüz ki: Gâyet derecede alîmane, hakîmane, kerîmane, latifane, cemilane yapılmış muhtelif sûretlerde meyveleri, çiçekleri görüyoruz. İşte şunlar bil’umum bir lîsan ile i’lân ederler ki: Biz, bir Rahman-ı Zülcemâl’in ve bir Rahîm-i Zülkemâl’in mu’ciznüma hediyeleriyiz, hayret-nüma ihsanlarıyız.
İşte bağistan-ı kâinattaki ecrâm ve mevcûdât ve Küre-i Arz bahçesindeki nebâtât ve hayvânât ve eşcar ve nebâtâtın başlarındaki ezhâr ve semerat; nihayet derecede yüksek bir sadâ ile şehâdet eder, i’lân eder, derler ki: