Mektubat | Yirminci Mektup | 234
(222-258)

Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbğa-i Rabbânîye vermiş ki; o maddî, cismanî, câmid kafada; ma’nevî, gaybî, hayatdar olan beyân ve hitab çiçeği açıldı. Ve o insan kafasındaki kabiliyet-i nutk ve beyâna, o derece ulvî cihâzât ve isti’dâd verdi ki; Sultan-ı Ezelî’ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yâni fıtrat-ı insaniyedeki sıbğat-ı Rabbânîye, hitab-ı İlâhî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen bütün mevcûdâttaki san’ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbğaya, Vâhid-i Ehad’den başkası karışabilsin... Hâşâ!

Beşinci Fıkra:

ibâresidir.

Meâli şudur ki: Kudret-i İlâhîyye âlem-i ekberde, haşmet-i Rubûbiyetini gösteriyor. Rahmet-i Rabbânîyye ise âlem-i asgar olan insanda, ni’metleri tanzim ediyor. Yâni Sâni’in kudreti, kibriya ve celâl noktasında, kâinatı öyle muhteşem bir saray şeklinde îcad ediyor ki; Güneş’i büyük bir elektrik lâmbası; Kamer’i kandil; ve yıldızları mumlar meyveleriyle yaldızlar, elektrikler. Ve zemîn yüzünü bir sofra, bir tarla, bir bahçe, bir haliçe.. ve dağları birer mahzen, birer direk, birer kal’a ve hâkezâ bütün eşyayı büyük bir mikyasta o büyük sarayın levazımatı şekline getirerek, şa’şaalı bir sûrette haşmet-i Rubûbiyetini gösterdiği gibi, cemâl noktasında rahmeti dahi; en küçük zîhayata kadar her zîruha enva’-ı ni’metini verir, onun ile tanzim eder.. baştan aşağıya kadar ni’metlerle süsleyip, lûtuf ve keremle tezyîn eder ve o haşmet-i celâliyeye karşı cemâl-i rahmetini o küçücük lîsanlarla, o büyük lîsana karşı çıkarır. Yâni: Güneş ve Arş gibi büyük cirimler, haşmet lîsaniyle “yâ Celîl, yâ Kebîr, yâ Azîm” dedikleri vakit; sinek ve semek gibi o küçücük zîhayatlar dahi, rahmet lîsaniyle “yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Kerîm” diyerek o musîka-i kübrâya latif nağamatlarını katıyorlar, tatlılaştırıyorlar. Hiç mümkün müdür ki: O Celîl-i Zülcemâl’den ve o Cemîl-i Zülcelâl’den başka birşey, kendi başiyle şu âlem-i ekber ve asgara îcad cihetinde müdahale edebilsin... Hâşâ!

Altıncı Fıkra:

ibâresidir.

Meâli şudur ki: Yâni, kâinatın hey’et-i mecmûasında tezahür eden haşmet-i Rubûbiyet, vahdâniyet-i İlâhîyeyi isbat edip gösterdiği gibi; zîhayatların cüz’iyyatlarına mukannen erzaklarını veren ni’met-i Rabbânîyye dahi, Ehadiyet-i İlâhîyyeyi isbat edip gösterir.

Dinle
-