Mektubat | Yirminci Mektup | 232
(222-258)

Birinci Fıkra:

Yâni: Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misâl-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdâniyet delâilini gösteriyorlar. Evet kâinattaki san’at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümûnesi insanda vardır. O dâire-i kübrâdaki san’at, Sâni’-i Vâhid’e şehâdet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebînî san’at dahi, yine o Sâni’a işâret eder, vahdetini gösterir. Hem nasılki şu insan gâyet ma’nidar bir mektub-u Rabbânîdir, muntazam bir kaside-i kaderdir.. öyle de şu kâinat dahi, aynı o kalem-i kaderle, fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kaside-i kaderdir. Hiç mümkün müdür ki; hadsiz alâmet-i farika ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete ve bütün mevcûdâtı omuz omuza, el ele, baş başa veren kâinat üstündeki hâtem-i vahdâniyete, Vâhid-i Ehad’den başka bir şey’in müdahalesi bulunsun?

İkinci Fıkra:

Meâli şudur: Sâni-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedi’ bir sûrette halk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki; kâinatı bir mescid-i kebîr şekline döndürmüş ve insanı dahi öyle bir tarzda îcad edip, ona akıl vererek, onunla o mu’cizat-ı san’atına ve o bedi’ kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubûdiyet ettirerek, o mescid-i kebîrde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. Hiç mümkün müdür ki: Şu mescid-i kebîrin içindeki sâcidlerin, âbidlerin ma’bûd-u hakikîleri; O Sâni’-i Vâhid-i Ehad’den başkası olabilsin?.

Üçüncü Fıkra:

Meâli şudur ki: O Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl, âlem-i ekberi, bâhusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir sûrette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz dâireler olup, herbir dâire bir tarla hükmünde olup, vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır; eker, biçer, mahsûlât alır.

Dinle
-