Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halkedemiyen ve bütün meyveleri îcad edemeyen ve yer yüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misâl-i musağğarı olan bir elmayı halkedip ve o elmayı ni’met olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bil’ıtlaka hamd noktasında iştirâk etsin! Hâşâ!.. Çünkü bir elmayı halkeden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları îcad eden yine O olabilir. Çünkü sikke birdir. Hem elmaları îcad eden kim ise, bütün dünyada medâr-ı rızk olan hububat ve semeratı halkeden yine O’dur. Demek en küçük cüz’î bir zîhayata, en cüz’î bir ni’meti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlıkıdır ve Rezzak-ı Zülcelâl’dir. Öyle ise: Şükür ve hamd, doğrudan doğruya O’na âidtir. Öyle ise hakîkat-ı kâinat, dâima hak lîsaniyle der:
ALTINCI KELİME:
Yâni: Hayat veren yalnız O’dur. Öyle ise, her şey’in Hâlıkı dahi yalnız O’dur. Çünkü kâinatın ruhu, nuru, mâyesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da odur. Hayatı veren elbette O’dur, Hayy u Kayyûmdur.
İşte şu mertebe-i tevhidin bürhan-ı a’zamına şöyle işâret ederiz ki: −Başka bir Söz’de îzah ve isbat edildiği gibi− zemîn yüzünün sahrasında çadırları kurulmuş gâyet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz. Evet Hayy u Kayyûm’un hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silâh altına alınmış, gaibden gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebâtât tâifelerinden iki yüz binden ziyâde ve hayvânât milletlerinden yine yüz binden fazla çeşit çeşit muhtelif kavimler görüyoruz. Herbir milletin, herbir tâifenin elbisesi ayrı, erzakı ayrı, ta’limatı ayrı, terhisatı ayrı, silâhları ayrı, müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde; bir kumandan-ı a’zam hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve irâdesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiçbirini unutmıyarak, şaşırmıyarak, karıştırmıyarak, geciktirmiyerek.. ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyâde milletleri ve tâifeleri kemâl-i intizam ile, tamam-ı mîzan ile, vakti vaktine ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini, ayrı ayrı silâhlarını vererek, ayrı ayrı ta’limat yaptırarak, ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan bilmüşahede görür ve kalbi bulunan biaynelyakîn tasdik eder...