Gelenler aynı parlamayı gösterip, tâife tâife arkasında parlayıp sönüp gider. Bu sönmek, parlamak vaziyetiyle; yüksek dâimî bir Güneş’in devamına delâlet ederler. Öyle de, şu mevcûdât-ı seyyaredeki hayat ve mevtin değişmeleri ve münavebeleri, bir Hayy-ı Bâkî’nin, beka ve devamına şehâdet ederler.
Evet şu mevcûdât âyinelerdir. Fakat, zulmet nûra âyine olduğu gibi, hem karanlık ne derece şiddetli ise o derece nûrun parlamasını gösterdiği gibi, çok cihetlerle zıddiyet noktasında âyinedarlık ederler. Meselâ: Nasılki mevcûdât acziyle kudret-i Sâni’a âyinedarlık eder, fakriyle gınâsına âyinedar olur. Öyle de, fenâsiyle bekasına âyinedarlık eder. Evet, zemînin yüzü ve yüzündeki eşcarın kıştaki vaziyet-i fakîrâneleri ve baharda şa’şaa-pâş olan servet ve gınaları gâyet kat’i bir sûrette, bir Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Alelıtlak’ın kudret ve rahmetine âyinedarlık eder. Evet bütün mevcûdât, güya lîsan-ı hal ile, Veysel Karânî gibi şöyle münâcat ederler; derler ki:
“Yâ İlâhenâ! Rabbimiz sensin! Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin!.. Hem Sensin Hâlık! Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz... Hem Rezzâk Sensin! Çünkü biz rızka muhtacız, elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin... Hem Sensin Mâlik! Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek mâlikimiz Sensin... Hem Sen Azîz’sin, izzet ve azamet sâhibisin! Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek senin izzetinin âyinesiyiz... Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünkü biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek ganî Sensin, veren Sensin... Hem Sen Hayy-ı Bâkî’sin! Çünkü biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir dâimî hayat verici cilvesini görüyoruz... Hem Sen Bâkî’sin! Çünkü biz, fenâ ve zevâlimizde Senin devam ve bekanı görüyoruz... Hem cevab veren, atiyye veren Sensin! Çünkü biz umum mevcûdât, kalî ve hâlî dillerimizle dâimî bağırıp istiyoruz; niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevab veren Sensin...” Ve hâkezâ...
Bütün mevcûdâtın, küllî ve cüz’î herbirisi birer Veysel Karânî gibi, bir münâcat-ı ma’nevîye sûretinde bir âyinedarlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlariyle, kudret ve kemâl-i İlâhîyi i’lân ediyorlar.
DOKUZUNCU KELİME:
Yâni: Bütün hayrat O’nun elinde, bütün hasenat O’nun defterinde, bütün ihsânât O’nun hazinesindedir.