Sonra hikmetiyle terhis edip, mevte mazhar eder; âlem-i gayba gönde-rir. Dâire-i kudretten, dâire-i ilme çevirir. İşte hiç mümkün müdür ki: Şu kâinatı, heyet-i mecmûasiyle çevirmeğe muktedir olmayan ve bütün za-manlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata mevte bir ferd gibi mazhar etmeğe kudreti yetmiyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip, yer yüzüne takıp, sonra mevt ile ondan koparıp alamıyan bir zât; mevt ve imâteye sâhip çıkabilsin!.. Evet en cüz’î bir zîhayatın mevti dahi, hayatı gibi bütün hakâik-i hayat ve enva’-ı mevt elinde bulunan bir Zât-ı Zülcelâl’in kanuniyle, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarûridir.
SEKİZİNCİ KELİME:
Yâni: Hayatı dâimîdir, ezelî ve ebedîdir. Mevt ve fenâ, adem ve zeval O’na ârız olamaz. Çünkü hayat, O’na zâtîdir. Zâtî olan, zâil olamaz. Evet; ezelî olan elbette ebedîdir. Kadîm olan, elbette bâkîdir. Vâcibü’l-Vücûd olan, elbette sermedîdir. Evet bir hayat ki, bütün vücûd, bütün envâriyle O’nun gölgesidir. Nasıl adem ona ârız olabilir? Evet, bir hayat ki, vâcib bir vücûd O’nun lâzımı ve ünvanıdır; elbette adem ve fenâ hiçbir cihetle O’na ârız olamaz. Evet, bir hayat ki; bütün hayatlar mütemadiyen O’nun cilvesiyle zuhûra gelir ve bütün hakâik-i sâbite-i kâinat O’na istinâd eder, O’nunla kâimdir; elbette hiçbir cihetle fenâ ve zeval O’na ârız olamaz. Evet bir hayat ki; O’nun bir lem’a-i cilvesi, ma’rûz-u fenâ ve zeval olan eşya-yı kesireye bir vahdet verip bekaya mazhar eder ve dağılmaktan kurtarır ve vücûdunu muhafaza eder ve bir nevi bekaya mazhar eder. Yâni hayat; kesrete bir vahdet verir, ibka eder. Hayat gitse; dağılır, fenâya gider. Elbette, öyle hadsiz lemaât-ı ha-yatiye bir cilvesi olan hayat-ı vâcibeye, zeval ve fenâ yanaşamaz. Şu hakîkata şâhid-i katî’, şu kâinatın zeval ve fenâsıdır. Yâni mevcûdât vücûdlariyle, hayatlariyle nasılki O Hayy-ı Lâyemut’un hayatına ve o hayatın vücub-u vücûduna delâlet ve şehâdet ederler (Hâşiye); öyle de: Mevtleriyle, zevalleriyle o hayatın bekasına, sermediyetine delâlet eder ve şehâdet ederler. Çünkü: Mevcûdât zevale gittikten sonra, arkalarında yine kendileri gibi hayata mazhar olup yerlerine geldiklerinden gösteriyor ki; dâimî bir zîhayat var ki, mütemadiyen cilve-i hayatı tazelendiriyor. Nasıl ki Güneş’e karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabarcıklar parlar gider.
------------------------------------------------------------------------------
(Hâşiye): Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın Nemrud’a karşı imâte ve ihyada Güneş’in tulû’ ve gurubuna intikali, cüz’î imâte ve ihyâdan küllî imâte ve ihyâya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dâiresini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir.