Öyle ise; hayr isteyen O’ndan istemeli, iyilik arzu eden O’na yalvarmalı... Şu kelimenin hakîkatını kat’i bir sûrette göstermek için, ilm-i İlâhînin hadsiz delillerinden bir geniş delilin emârelerine ve lem’alarına şöyle işâret eder ve deriz ki:
Şu kâinatta görünen ef’al ile tasarruf edip îcad eden Sâni’in, bir muhît ilmi var. Ve o ilim, O’nun Zâtının hâssa-i lâzıme-i zarûriyesidir, infikâki muhâldir. Nasılki Güneş’in zâtı bulunup ziyâsı bulunmamak kabil değil; öyle de: Binler derece ondan ziyâde kabil değildir ki, şu muntazam mevcûdâtı îcad eden Zât’ın ilmi, ondan infikak etsin. Şu ilm-i muhît, o zâta lâzım olduğu gibi, taallûk cihetiyle herşey’e dahi lâzımdır. Yâni, hiçbir şey O’ndan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, Güneş’e karşı zemîn yüzündeki eşya, Güneş’i görmemesi kabil olmadığı gibi; o Alîm-i Zülcelâl’in nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-ı kabildir, muhâldir. Çünkü huzur var. Yâni herşey dâire-i nazarındadır ve mukabildir ve dâire-i şuhudundadır ve herşey’e nüfuzu var. Şu câmid Güneş, şu âciz insan, şu şuursuz röntgen şuâı gibi zînurlar; hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukabilindeki her şey’i görüp nüfûz ederlerse; elbette vâcib ve muhît ve zâtî olan nûr-u ilm-i ezelîden hiçbir şey gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakîkata işâret eden kâinatın had ve hesaba gelmez alâmetleri, âyetleri vardır. Ezcümle:
Bütün mevcûdâtta görünen bütün hikmetler, o ilme işâret eder. Çünkü hikmet ile iş görmek ilim ile olur. Hem bütün inâyetler, tezyînatlar o ilme işâret eder. İnâyetkârane, lûtufkârâne iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. Hem herbiri birer mîzan içindeki bütün intizamlı mevcûdât ve herbiri birer intizam içindeki bütün mîzanlı ve ölçülü hey’at, yine o ilm-i muhîte işâret eder. Çünkü intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile, tartı ile san’atkârâne yapan; elbette kuvvetli bir ilme istinâden yapar. Hem bütün mevcûdâtta görünen muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazânın düstûriyle ve kaderin pergâriyle tanzim edilmiş gibi meyvedar vaziyetler ve hey’etler, bir ilm-i muhîti gösteriyor.
Evet eşyaya ayrı ayrı muntazam sûretler vermek; herşey’in mesâlih-i hayatiyesine ve vücûduna lâyık mahsus bir şekil vermek, bir ilm-i muhît ile olur, başka sûrette olamaz.
Hem bütün zîhayata, herbirisine lâyık bir tarzda, münâsib vakitte, ummadığı yerde rızıklarını vermek; bir ilm-i muhît ile olur. Çünkü rızkı gönderen; rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını idrâk edecek; sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir.