ONUNCU KELİME:
Yâni: Hiçbir şey O’na ağır gelemez. Dâire-i imkânda ne kadar eşya var, o eşyaya gâyet kolay vücûd giydirebilir. Ve o derece O’na kolay ve rahattır ki;
sırriyle, güya yalnız emreder; yapılır. Nasılki gâyet mâhir bir san’atkâr; ziyâde kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makina gibi işler. Ve o sür’at ve mehareti ifade için denilir ki: O iş ve san’at, ona o kadar müsahhardır ki; güya emriyle, dokunmasiyle işler oluyor; san’atlar vücûda geliyor. Öyle de: Kadîr-i Zülcelâl’in kudretine karşı, eşyanın nihayet derecede müsahhariyet ve itâatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhûletle iş gördüğüne işâreten,
ferman eder. Şu hakîkat-ı uzmanın hadsiz esrarından beş sırrını “Beş Nükte”de beyân edeceğiz:
Birincisi: Kudret-i İlâhîye’ye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradiyle îcadı, bir ferd kadar külfetsiz ve rahattır. Cennet’i halketmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı îcad etmek, bir çiçek kadar rahattır. Şu sırrı îzah ve isbat eden Haşre dâir Onuncu Söz’ün âhirinde, hem melâike ve beka-i ruh ve haşre dâir Yirmi Dokuzuncu Söz’de Haşir mes’elesinde, İkinci Esasın beyânında zikredilen “Nurânîyet sırrı”, “Şeffafiyet sırrı”, “Mukabele sırrı”, “Müvazene sırrı”, “İntizam sırrı”, “İtâat sırrı”, “Tecerrüd sırrı” altı temsil ile isbat edilerek gösterilmiştir ki: Kudret-i İlâhîye’ye nisbeten yıldızlar, zerreler gibi kolaydır; hadsiz efrad bir ferd kadar külfetsiz ve rahatça îcad edilir. Mâdem o iki Söz’de bu altı sır isbat edilmiş, onlara havâle ederek burada kısa keseriz.
İkincisi: Kudret-i İlâhîye’ye nisbeten herşey müsavi olduğuna delîl-i kâtı’ ve bürhan-ı sâtı’ şudur ki: Hayvânât ve nebâtâtın îcadında, gözümüzle görüyoruz, hadsiz bir sehavet ve kesret içinde, nihayet derecede bir ittikan, bir hüsn-ü san’at bulunuyor. Hem nihayet derecede karışıklık ve ihtilat içinde, nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik görünüyor. Hem nihayet derecede mebzuliyet ve vüs’at içinde, nihayet derecede san’atça kıymetdarlık ve hilkatça güzellik bulunuyor. Hem nihayet derecede san’atkârâne bir sûrette, çok cihâzâta ve çok zamana muhtaç olmakla beraber; gâyet derecede suhûletle ve sür’atle îcad ediliyor. Adetâ birden ve hiçten o mu’cizat-ı san’at vücûda geliyor.