Mektubat | Yirminci Mektup | 247
(222-258)

İkinci menba’ olan yüsr-ü vahdet: Yâni birlik usûliyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan işler; gâyet derecede kolaylık veriyor. Müteaddid merkezlere, müteaddit kanuna, müteaddit ellere dağılsa müşkilât peyda eder. Meselâ: Nasılki bir ordunun bütün neferatının bir merkezden, bir kanunla, bir kumandan-ı a’zam emriyle esâsat-ı techiziyeleri yapılsa; birtek nefer kadar kolay olur. Eğer ayrı ayrı fabrikalarda, ayrı ayrı merkezlerde techizatları yapılsa; bir ordunun techizine lâzım olan bütün askerî fabrikalar, birtek neferin techizatı için lâzım gelir. Demek eğer vahdete istinâd edilse; bir ordu, bir nefer kadar kolay olur. Eğer vahdet olmazsa; bir nefer, bir ordu kadar techizin esâsatı cihetinde müşkilât peyda eder. Hem bir ağacın meyvelerine -vahdet noktasında- bir merkeze, bir kanuna, bir köke istinâden madde-i hayatiyye verilse; binler meyveler, tek bir meyve gibi kolay olur. Eğer herbir meyve, ayrı ayrı merkeze rabtedilse ve ayrı ayrı yerden mevadd-ı hayatiyeleri gönderilse; herbir meyve, bütün ağaç kadar müşkilât peyda eder. Çünkü, bütün ağaca lâzım olan mevadd-ı hayatiye, herbir meyve için dahi lâzımdır. İşte şu iki temsil gibi, şu kâinatın Sâni’i, Vâhid-i Ehad olduğu için, vahdetle iş görür ve vahdetle iş gördüğü için, bütün eşya birtek şey kadar kolay olur. Hem birtek şey’i, san’atça bütün eşya kadar kıymetli yapabilir. Ve hadsiz efradı, gâyet kıymetdar bir sûrette îcad ederek; şu görünen hadsiz mebzuliyet ve nihayetsiz ucuzluk lîsaniyle, cûd-u mutlakını gösterir ve hadsiz sehavetini ve nihayetsiz hallâkıyetini izhar eder.

Üçüncü menba’ olan tecellî-i ehadiyet: Yâni Sâni-i Zülcelâl cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân O’nu kayıd altına alamaz. Ve kevn ve mekân, O’nun şuhuduna ve huzuruna müdahale edemez. Ve vesait ve ecram, O’nun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzi ve inkısam olmaz. Bir şey, bir şey’e mâni olmaz. Hadsiz ef’âli, bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki; bir çekirdekte koca bir ağacı ma’nen dercettiği gibi, bir âlemi, birtek ferdde dercedebilir. Bütün âlem, birtek ferd gibi dest-i kudretinde çevrilir. Şu sırrı başka Sözlerde îzah ettiğimiz gibi, deriz ki: Nasılki nurânîyet i’tibâriyle bir derece kayıdsız olan Güneş’in timsâli, herbir cilalı parlak şeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukabil gelse, birtek âyine gibi inkısam etmeden bizzat herbirinde cilve-i misâliyesi bulunur. Eğer âyinenin isti’dâdı olsa, Güneş azametiyle onda âsârını gösterebilir. Bir şey, bir şey’e mâni olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere, bir yer gibi kolay girer. Herbir yer, binler yer kadar o Güneşin cilvesine mazhar olur.

Dinle
-