İşte şu kâinat Sâni-i Zülcelâlinin nur olan bütün sıfâtiyle ve nurânî olan bütün esmâsiyle, teveccüh-ü ehadiyet sırriyle öyle bir tecellisi var ki; hiçbir yerde olmadığı halde, heryerde hâzır ve nâzırdır. Teveccühünde inkısam olmaz. Aynı anda, her yerde, külfetsiz, müzahamesiz her işi yapar.
İşte şu imdâd-ı vâhidiyet ve yüsr-ü vahdet ve tecellî-i Ehadiyet sırriyledir ki; bütün mevcûdât, birtek Sâni’a verildiği vakit; o bütün mevcûdât, bir tek mevcûd gibi kolay ve suhûletli olur. Ve herbir mevcûd, hüsn-ü san’atça, bütün mevcûdât kadar kıymetli olabilir. Nasılki mevcûdâtın hadsiz mebzuliyeti içinde, herbir ferdde hadsiz dekaik-ı san’atın bulunması bu hakîkatı gösteriyor. Eğer o mevcûdât, doğrudan doğruya birtek Sâni’a verilmezse; o zaman herbir mevcûd, bütün mevcûdât kadar müşkilatlı olur ve bütün mevcûdât, birtek mevcûd kıymetine sukut eder, iner. Şu halde ya hiçbir şey vücûda gelmiyecek veya gelse de kıymetsiz, hiçe inecektir.
İşte şu sırdandır ki: Ehl-i felsefenin en ziyâde ileri gidenleri olan Sofestâiler, tarîk-ı Haktan yüzlerini çevirdiklerinden, küfür ve dalâlet tarîkına bakmışlar; görmüşler ki: Şirk yolu, tarîk-ı Haktan ve tevhid yolundan yüz bin def’a daha müşkilâtlıdır, nihayet derecede gayr-ı mâkuldür. Onun için bilmecbûriye herşey’in vücûdunu inkâr ederek akıldan istifa etmişler.
Dördüncüsü: Şu kâinatta şu görünen ef’al ile tasarruf eden Zât-ı Kadîr’in kudretine nisbeten Cennet’in îcadı, bir bahar kadar kolay ve bir baharın îcadı, bir çiçek kadar kolaydır. Ve bir çiçeğin mehâsin-i san’atı ve letâif-i hilkati, bir bahar kadar letâfetli ve kıymetli olabilir. Şu hakîkatın sırrı üç şeydir:
Birincisi: Sâni’deki vücub ile tecerrüd.
İkincisi: Mâhiyetinin mübâyenetiyle adem-i takayyüd.
Üçüncüsü: Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzidir.
Birinci Sır: Vücub ve tecerrüdün hadsiz kolaylığa ve nihayetsiz suhûlete sebebiyet vermeleri, gâyet derin bir sırdır. Onu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:
Vücûd mertebeleri muhteliftir. Ve vücûd âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücûdda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücûdun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücûdun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder.