Mektubat | Yirminci Mektup | 249
(222-258)

Meselâ: Âlem-i şehâdetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza âlem-i ma’nadan bir kütübhâne kadar vücûdu içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücûdun, âlem-i misâl tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i haricîden olan o âyine ve o hâfızanın şuurları ve kuvve-i îcadiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücûd-u haricîleri kuvvetiyle, o vücûd-u ma’nevîde ve misâlîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücûd rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyâdeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Husûsan vücûd rüsuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıd altına girmezse; o vakit cüz’î bir cilvesi, sâir hafif tabakat-ı vücûdun çok âlemlerini çevirebilir.

İşte şu kâinatın Sâni-i Zülcelâli, Vâcibü’l-Vücûd’dur. Yâni: O’nun vücûdu; zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir, zevâli muhâldir ve tabakat-ı vücûdun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sâir tabakat-ı vücûd, O’nun vücûduna nisbeten gâyet zaîf bir gölge hükmündedir. Ve o derece vücûd-u Vâcib râsih ve hakîkatlı ve vücûd-u mümkinat o derece hafif ve zaîftir ki; Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sâir tabakat-ı vücûdu, evham ve hayâl derecesine indirmişler; demişler. Yâni: Vücûd-u Vâcib’e nisbeten başka şeylere vücûd denilmemeli; onlar, vücûd ünvanına lâyık değillerdir diye hükmetmişler.

İşte Vâcibü’l-Vücûd’un hem vâcib, hem zâtî olan kudretine karşı; mevcûdâtın hem hâdis, hem ârızî vücûdları; ve mümkinâtın hem kararsız, hem kuvvetsiz sübutları; elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhları Haşr-i A’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşr ve neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.

İkinci Sır: Mübâyenet-i mâhiyet ve adem-i tâkayyüdün kolaylığa sebebiyeti ise şudur ki: Sâni-i Kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mâhiyeti, hiçbir mâhiyete benzemez. Öyle ise: Kâinat dâiresindeki mânialar, kayıtlar onun önüne geçemez; O’nun icraatını takyid edemez. Bütün kâinatı birden tasarruf edip çevirebilir. Eğer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve ef’al, kâinata havale edilse, o kadar müşkilat ve karışıklığa sebebiyet verir ki; hiçbir intizam kalmadığı gibi, hiçbir şey dahi vücûdda kalmaz; belki vücûda gelemez.

Dinle
-