Dördüncü Düstûr: Ehl-i kin ve adâvet; hem nefsine, hem mü’min kardeşine, hem rahmet-i İlâhîyyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünkü: Kin ve adâvet ile nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen ni’metlerden azâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet hasedden gelse, o bütün bütün azâptır. Çünkü; hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedin çâresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkibetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Fâidesi az, zahmeti çoktur. Eğer, uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa; ya kendisi riyakârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Hem ona gelen musîbetlerden memnun ve ni’metlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhîyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkid ve rahmete i’tiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete i’tiraz eden, rahmetten mahrum kalır.
Acaba, bir gün adâvete değmiyen bir şey’e, bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabûl eder, bozulmamış hangi vicdana sığar? Halbuki, mü’min kardeşinden sana gelen bir fenâlığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin. Çünkü; evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kazâ hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adâvet değil, belki nefsine mağlûb olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek. Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa sarhoş ve divâne olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatiyle alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmiyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve dâimî bir kin ile mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divâneliktir.
İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adâvete ve fikr-i intikama, eğer şahsını seversen- yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme. Bak, hakîkatbîn olan Hâfız-ı Şirazî’yi dinle: