Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 301
(284-308)

İşte ey müslüman! Senin rûz-i mahşerde böyle bir şefîin var. Bu şefîin şefâatini kendine celbetmek için, sünnetine ittiba’ et!

Eğer desen: Mâdem O Habibullahtır. Bu kadar salâvat ve duâya ne ihtiyacı var?

Elcevab: O Zât (A.S.M.) umum ümmetinin saâdetiyle alâkadar ve bütün efrâd-ı ümmetinin her nevi saâdetleriyle hissedardır ve her nevi musîbetleriyle endîşedardır. İşte kendi hakkında merâtib-i saâdet ve kemâlât hadsiz olmakla beraber; hadsiz efrâd-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz enva’-ı saâdetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz enva’-ı şekâvetlerinden müteessir olan bir zât, elbette hadsiz salâvat ve duâ ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.

Eğer desen: Ba’zan kat’i olacak işler için duâ edilir. Meselâ: Husuf ve küsuf namazındaki duâ gibi. Hem ba’zan hiç olmayacak şeyler için duâ edilir?

Elcevab: Başka Sözler’de îzah edildiği gibi, duâ bir ibâdettir. Abd, kendi aczini ve fakrını duâ ile ilân eder. Zâhirî maksadlar ise; o duânın ve o ibâdet-i duâiyyenin vakitleridir, hakîki fâideleri değil. İbâdetin fâidesi, âhirete bakar. Dünyevî maksadlar hâsıl olmazsa, “O duâ kabûl olmadı” denilmez. Belki “Daha duânın vakti bitmedi” denilir.

Hem hiç mümkün müdür ki: Bütün ehl-i îmanın, bütün zamanlarda, mütemadiyen kemâl-i hulûs ve iştiyak ve duâ ile istedikleri saâdet-i ebediyye onlara verilmesin ve bütün kâinatın şehâdetiyle hadsiz rahmeti bulunan O Kerîm-i Mutlak, O Rahîm-i Mutlak; bütün onların o duâsını kabûl etmesin ve saâdet-i ebediyye vücûd bulmasın?

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Duâ-yı kavlî-i ihtiyarînin makbûliyeti, iki cihetledir. Ya aynı matlubu ile makbûl olur veyahud daha evlâsı verilir. Meselâ: Birisi kendine bir erkek evlâd ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. “Duâsı kabûl olunmadı” denilmez. “Daha evlâ bir sûrette kabûl edildi” denilir. Hem ba’zan kendi dünyasının saâdeti için duâ eder. Duâsı âhiret için kabûl olunur. “Duâsı reddedildi” denilmez, belki “Daha enfa’ bir sûrette kabûl edildi” denilir. Ve hâkeza... Mâdem Cenâb-ı Hak Hakîm’dir; biz O’ndan isteriz, O da bize cevab verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. “Tabib beni dinlemedi” denilmez. Belki âh ü fîzârını dinledi, işitti, cevab da verdi; maksûdun iyisini yerine getirdi.

Dinle
-