Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 360
(348-389)

Bana karşı haddimden çok fazla hüsnü zan ederek, büyük bir veliden himmet beklemek gibi biçâre benden meded bekliyordu. Birdenbire hiç münâsebet yokken, Otuz İkinci Söz’ü Burdur köylerinde oturan birisine mütâla’a etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatırıma geldi, dedim: “Şayet Burdur’a gidersen Hasan Efendi’ye ver, beş-altı gün mütâla’a etsin.” O adam gitmiş, doğrudan doğruya Hasan Efendi’ye vermiş. Hasan Efendi’nin eceli otuz-kırk gün kalmıştı. Gâyet susamış bir adamın, âbı kevser gibi tatlı suya rastgelirken yapışması gibi; öyle de Otuz İkinci Söz’e yapışmış, mütemadiyen mütâla’a yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, husûsan Üçüncü Mevkıfındaki MUHABBETULLAH bahsinde, tamamiyle derdine devâ bulmuş ve bir kutbu a’zamdan beklediği feyzi onda bulmuş. Sağlam olarak câmiye gitmiş, namaz kılmış, orada rûhunu Rahman’a teslim eylemiş (Rahmetullahi Aleyh).

Dördüncü Misâl: Hulûsî Bey’in Yirmi Yedinci Mektub’daki fıkralarının şehadetiyle; en mühim ve müessir tarikat olan Nakşî tarikatından ziyâde himmet ve meded, feyiz ve nûru; esrârı Kur’âniyenin tercümanı olan nurlu Sözler’de bulmuştur.

Beşinci Misâl: Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman’ın (Rahmetullahi Aleyh) vefatı üzerine ve daha sâir elîm ahvâlât içinde bir perîşaniyet hissetmişti. Hem elimden gelmeyen ma’nevî himmet ve meded bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birdenbire mühim birkaç Söz’ü ona gönderdim. O da mütâla’a ettikten sonra yazıyor ki: “Elham dülillah kurtuldum! Çıldıracaktım. Bu Sözler’in herbiri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum.” diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakîkaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip o eski vaziyetlerinden kurtulmuş.

Daha bu beş misâl gibi pek çok misâller var. Onlar gösteriyorlar ki: Ulûmu îmaniye, husûsan doğrudan doğruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devâen Kur’ân-ı Hakîm’in esrarından ma’nevî ilâçlar alınsa ve tecrübe edilse; elbette o ulûmu îmaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlas ile isti’mal edenlere yeter, kâfi gelir. Onları satan ve gösteren eczacı ve dellâl ne halde bulunursa bulunsun; âdi olsun, müflis olsun, zengin olsun, makam sâhibi olsun, hizmetkâr olsun çok fark yoktur.

Evet Güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Mâdem Güneşi gösteriyorum, benden mum ışığı bahusus bende bulunmazsa istemek ma’nasızdır, lüzumsuzdur.

Dinle
-