Belki onların bana duâ ile, ma’nevî yardım ile, hatta himmet ile muavenet etmeleri lâzımdır. Ve ben onlardan istimdad etmem ve meded istemem, benim hakkımdır. Onlar, Nurlardan aldıkları feyze kanaat etmek, onların üstünde haktır.
Âhiret kardeşlerim ve çalışkan talebelerim Husrev Efendi ve Re’fet Bey,
Sözler nâmındaki envârı Kur’âniyede üç kerâmeti Kur’âniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi, gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilâve ettirdiniz. Bildiğimiz üç ise:
Birincisi: Te’lifinde fevkalâde sühulet ve sür’attir. Hatta beş parça olan On Dokuzuncu Mektub iki-üç günde ve her günde üç-dört saat zarfında mecmuu on iki saat eder kitapsız, dağda, bağda te’lif edildi. Otuzuncu Söz hastalıklı bir zamanda, beş-altı saatte te’lif edildi. Yirmi Sekizinci Söz olan Cennet bahsi bir veya iki saatte, Süleyman’ın dere bahçesinde te’lif edildi. Ben ve Tevfik ile Süleyman, bu sür’ate hayrette kaldık. Ve hâkeza...
Te’lifinde bu kerâmeti Kur’âniyye olduğu gibi...
İkincisi: Yazmasında dahi fevkalâde bir sühulet, bir iştiyak ve usanmamak var. Şu zamanda ruhlara, akıllara usanç veren çok esbab içinde, bu Sözlerden biri çıkar, birden çok yerlerde kemâli iştiyakla yazılmaya başlanıyor. Mühim meşgaleler içinde, onlar herşey’e tercih ediliyor. Ve hâkeza...
Üçüncü Kerâmeti Kur’âniye: Bunların okunması dahi usanç vermiyor. Husûsan ihtiyaç hissedilse, okundukça zevk alınıyor, usanılmıyor.
İşte siz dahi, “Dördüncü bir Kerâmeti Kur’âniye”yi isbat ettiniz.