Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 358
(348-389)

Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektubların başında “Mirza Bediüzzaman’a Mektub” diye yazılı olarak gördüm. Fesübhânallah dedim, bu bana hitab ediyor. O zaman Eski Said’in bir lâkabı, “Bediüzzaman”dı. Halbuki hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedânî’den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum. Halbuki İmamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali, benim halime benziyormuş ki, o iki mektûbu kendi derdime devâ buldum. Yalnız İmam, o mektublarında tavsiye ettiği gibi çok mektublarında musırrane şunu tavsiye ediyor: “Tevhid-i kıble et.” Yâni: Birini üstad tut, arkasından git, başkasiyle meşgul olma. Şu en mühim tavsiyesi, benim isti’dâdıma ve ahvâl-i rûhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: “Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim?” tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı câzibedar hasiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. O tahayyürde iken, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki: “Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbâı ve şu seyyârelerin güneşi, Kur’ân-ı Hakîm’dir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en a’lâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perîşan isti’dâdım elbette lâyıkiyle o Mürşid-i Hakîki’nin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor; fakat ehl-i kalb ve sâhib-i hâlin derecatına göre o feyzi, o âb-ı hayatı yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek Kur’ândan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i îmaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maârif-i İlâhîye hükmündedirler.

Dördüncü Nokta: Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sâhibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ândan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki: Her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakîkatları ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.

Evet zâhirden hakîkata geçmek iki sûretledir:

Biri: Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat’-ı merâtib ederek hakîkata geçmektir.

İkinci Sûret: Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lütf-u İlâhî ile hakîkata geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur. Demek hakâik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.

Beşinci Nokta: Beş cüz’î misâl ile göstereceğiz ki; Sözler ta’lim-i hakâik ettikleri gibi, irşad vazifesini de görüyorlar.

Dinle
-