Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 418
(390-463)

sırriyle, Kur’ânın kal’asındayız. etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimal ile, şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz binler zarar verecek bir yola, bizi ihtiyarımızla sevkedemezsiniz!” Ve deyiniz: “Acaba hizmet-i Kur’âniyede arkadaşımız ve o hizmet-i kudsiyenin tedbirinde üstadımız ve ustabaşımız olan Said Nursî’nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki, biz de göreceğiz ve o görmek ihtimali ile telaş edeceğiz? Bu kardeşimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz senedir dünya hayat-ı içtimâîyesine te’sirli bir sûrette karıştığı halde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik. Husûsan o zaman elinde siyaset topuzu vardı. Şimdi o topuz yerine nûr-u hakîkat var. Eskiden otuz bir mart hâdisesinde çendan onu da karıştırdılar, ba’zı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki, mes’ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna binâen; bin değil, binler ihtimalden bir tek ihtimal-i tehlike korkusuyla, bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli!” deyip ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tardetmelisiniz. Hem o dalkavuklara deyiniz ki:

“Yüz binler ihtimalden bir ihtimal değil, yüzden yüz ihtimal ile bir helâket gelse; zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız!” Çünkü mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki: Büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihânet edenlerin, gelen belâ, en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazariyle bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde ma’nen ölmüş. Onlara ceza verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: “Bunlar mâdem kendilerine sâdık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar.”

Mâdem hakîkat budur. Hem mâdem bir zâlim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağiyle onun başını kat’i ezecek bir sûrette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşi zâlimin ayağını öpse; o zillet vâsıtasiyle kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar vicdansız zâlime karşı za’f göstermekle, kendisini ezdirmeye teşci’ eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zâlimin yüzüne tükürse; kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet tükürün zâlimlerin hayâsız yüzlerine!..

Dinle
-