Fakat bu meşrebin tehlikeleri var. En birincisi şudur ki: Erkân-ı îmaniye altıdır. Îman-ı billahtan başka, îman-ı bilyevmil’âhir gibi rükünler var. Bu rükünler ise, mümkinatın vücûdlarını ister. O muhkem erkân-ı îmaniye, hayal üstünde bina edilmez! Onun için, o meşreb sâhibi, âlem-i istiğrak ve sekirden âlem-i sahve girdiği vakit, o meşrebi beraber almamak gerektir ve o meşrebin muktezasiyle amel etmemek lâzımdır. Hem kalbî ve halî ve zevkî olan bu meşrebi, aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemektir. Çünkü: Kitab ve Sünnetten gelen desâtir-i akliye ve kavânin-i ilmiye ve usûlü kelâmiye o meşrebi kaldıramıyor; kabil-i tatbik olamıyor. Onun için, Hulefayı Raşidînden ve Eimme-i Müçtehidînden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden, o meşreb sarihan görünmüyor. Demek, en âlî meşreb değil. Belki yüksek, fakat nâkıs. Çok ehemmiyetli, fakat çok hatarlı. Çok ağır, fakat çok zevklidir. O zevk için ona girenler, ondan çıkmak istemiyorlar, hodgâmlık ile en yüksek mertebe zannediyorlar. Bu meşrebin esasını ve mâhiyetini, Nokta Risâlesinde ve bir kısım Sözlerde ve Mektûbâtta bir derece beyân ettiğimizden, onlara iktifâen, şurada o mühim meşrebin ehemmiyetli bir vartasını beyân edeceğiz. Şöyle ki:
O meşreb, dâire-i esbâbdan geçip, terk-i masiva sırriyle mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak haletinde mazhar olduğu sâlih bir meşrebdir. Şu meşrebi, esbâb içinde boğulanların ve dünyaya âşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakîkat-ı İslâmiyeden uzaklaştırmaktır. Çünkü, dünyaya âşık ve dâire-i esbâba bağlı bir nazar, bu fâni dünyaya bir nevi beka vermek ister. O dünya mahbubunu elinden kaçırmak istemiyor; Vahdetü’l-Vücûd bahânesiyle ona bir bâki vücûd tevehhüm eder, o mahbubu olan dünya hesabına ve beka ve ebediyeti ona tam mal etmesine binâen, bir mabudiyet derecesine çıkarır. Neûzü billah Allah’ı inkâr etmek vartasına yol açar. Şu asırda maddiyyunluk fikri o derece istilâ etmiş ki, maddiyatı herşey’e merci’ biliyorlar. Böyle bir asırda has ehl-i îman, maddiyatı i’dam eder derecesinde ehemmiyetsiz gördüklerinden; Vahdetü’l-Vücûd meşrebi ortaya atılsa belki maddiyyunlar sâhib çıkacaklar, “Biz de böyle diyoruz” diyecekler. Halbuki dünyada meşârib içinde, maddiyyunların ve tabiat-perestlerin mesleğinden en uzak meşreb, Vahdetü’l-Vücûd meşrebidir. Çünkü: Ehl-i Vahdetü’l-Vücûd, o kadar vücûd-u İlâhîye kuvvet-i îman ile ehemmiyet veriyorlar ki, kâinatı ve mevcûdâtı inkâr ediyorlar. Maddiyyunlar ise, o kadar mevcûdâta ehemmiyet veriyorlar ki; kâinat hesabına, Allah’ı inkâr ediyorlar. İşte bunlar nerede? Ötekiler nerede?