Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 452
(390-463)

ALTINCI TELVİH: “Üç Nokta”dır.

Birinci Nokta: Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini; Sünnet-i Seniyyeye ittiba’dır. Yâni: A’mal ve harekâtında Sünnet-i Seniyyeyi düşünüp ona tâbi olmak ve taklid etmek ve muamelât ve ef’alinde ahkâm-ı şer’iyyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.

İşte bu ittiba ve iktida vâsıtasiyle, âdi ahvali ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibâdet şekline girmekle beraber; herbir ameli, sünneti ve şer’i o ittiba’ noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükmü şer’î veriyor. O tahattur ise, sâhib-i şerîatı düşündürüyor. O düşünmek ise, Cenâb-ı Hakk’ı hatıra getiriyor. O hatıra, bir nevi huzur veriyor. O halde mütemadiyen ömür dakikaları, huzur içinde bir ibâdet hükmüne getirilebilir. İşte bu cadde-i kübrâ, velâyet-i kübrâ olan ehl-i verâset-i nübüvvet olan sahâbe ve selef-i sâlihînin caddesidir.

İkinci Nokta: Velâyet yollarının ve tarikat şubelerinin en mühim esâsı, ihlastır. Çünkü: İhlas ile hafî şirklerden halas olur. İhlası kazanmayan, o yollarda gezemez. Ve o yolların en keskin kuvveti, muhabbettir. Evet muhabbet, mahbubunda bahâneler aramaz ve kusurlarını görmek istemez. Ve kemâline delâlet eden zaîf emâreleri, kavî hüccetler hükmünde görür. Dâima mahbubuna tarafdardır.

İşte bu sırra binâendir ki, muhabbet ayağiyle mârifetullaha teveccüh eden zâtlar; şübehata ve itirâzâta kulak vermezler, ucuz kurtulurlar. Binler şeytan toplansa, onların mahbûb-u hakîkisinin kemâline işâret eden bir emâreyi, onların nazarında ibtal edemez. Eğer muhabbet olmazsa, o vakit kendi nefsi ve şeytanı ve haricî şeytanların ettikleri itirâzât içinde çok çırpınacak. Kahramancasına bir metânet ve kuvvet-i îman ve dikkat-i nazar lâzımdır ki, kendisini kurtarsın.

İşte bu sırra binâendir ki; umum merâtib-i velâyette mârifetullahtan gelen muhabbet, en mühim maye ve iksirdir. Fakat muhabbetin bir vartası var ki: Ubûdiyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten naza ve da’vaya atlar, mîzansız hareket eder. Masivayı İlâhîyeye teveccühü hengâmında, ma’nayı harfîden ma’nayı ismîye geçmesiyle; tiryak iken zehir olur. Yâni; gayrullahı sevdiği vakit, Cenâb-ı Hak hesabına ve onun nâmına, onun bir âyine-i esmâsı olmak cihetiyle rabt-ı kalb etmek lâzımken; ba’zan o zâtı, o zât hesabına, kendi kemâlât-ı şahsiyesi ve cemâl-i zâtîsi nâmına düşünüp, ma’nayı ismiyle sever. Allah’ı ve peygamberi düşünmeden yine onları sevebilir. Bu muhabbet, muhabbetullaha vesile değil, perde oluyor. Ma’nayı harfî ile olsa, muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.

Dinle
-