Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 448
(390-463)

Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u beş yüz elli sene bütün âlem-i Hıristiyâniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i îmanın mühim bir nokta-i istinâdı, o büyük câmilerin arkalarındaki tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i îmaniyeleri ve mârifet-i İlâhîyeden gelen bir muhabbet-i ruhânî ile cûş u huruşlarıdır.

İşte ey akılsız hamiyet füruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatın, hayat-ı içtimâîyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz?

DÖRDÜNCÜ TELVİH: Meslek-i velâyet çok kolay olmakla beraber çok müşkilâtlıdır, çok kısa olmakla beraber çok uzundur, çok kıymetdar olmakla beraber çok hatarlıdır, çok geniş olmakla beraber çok dardır.

İşte bu sırlar içindir ki; o yolda sülûk edenler ba’zan boğulur, ba’zan zararlı düşer, ba’zan döner başkalarını yoldan çıkarır.

Ezcümle: Tarikatta “seyr-i enfüsî” ve “seyr-i âfâkî” ta’birleri altında iki meşreb var.

Birinci meşreb, enfüsî meşrebidir; nefisten başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enâniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakîkatı bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâkı nurânî görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsî dâiresinde gördüğü hakîkatı, büyük bir mikyasta onda da görür. Turûk-u hafiyenin çoğu bu yol ile gidiyor. Bunun da en mühim esası; enâniyeti kırmak, hevâyı terketmek, nefsi öldürmektir.

İkinci meşreb; âfâktan başlar, o dâire-i kübrânın mezâhirinde cilve-i esmâ ve sıfâtı seyredip, sonra dâire-i enfüsiyyeye girer. Küçük bir mikyasta, dâire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalb, âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.

İşte birinci meşrebde sülûk eden insanlar nefs-i emmâreyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevâyı terkedip enâniyeti kırmazsa; şükür makamından, fahr makamına düşer.. fahrden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabdan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, “şatahat” nâmiyle haddinden çok fazla da’valar ondan sudûr eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebeb olur. Meselâ: Nasılki bir mülazım, kendinde bulunan kumandanlık zevkiyle ve neş’esiyle gururlansa, kendini bir müşir zanneder. Küçücük dâiresini, o küllî dâire ile iltibas eder.

Dinle
-