Evet nasılki velâyet ve tarikat, risâlet ve şerîatın hücceti ve delilidir; öyle de İslâmiyetin bir sırr-ı kemâli ve medâr-ı envârı ve insaniyetin İslâmiyet sırriyle bir maden-i terakkiyatı ve bir menba-ı tefeyyüzatıdır.
İşte bu sırr-ı azîmin bu derece ehemmiyetiyle beraber, ba’zı fırak-ı dâlle onun inkârı tarafına gitmişler. Kendileri mahrum kaldıkları o envârdan, başkalarının mahrumiyetine sebeb olmuşlar. En ziyâde medâr-ı teessüf şudur ki: Ehl-i Sünnet ve Cemâatin bir kısım zâhirî ulemâsı ve Ehl-i Sünnet ve Cemâate mensub bir kısım ehl-i siyaset gafil insanlar; ehl-i tarikatın içinde gördükleri ba’zı sû-i isti’malâtı ve bir kısım hatîatı bahâne ederek, o hazine-i uzmayı kapatmak, belki tahrib etmek ve bir nevi âb-ı hayatı dağıtan o kevser menba’ını kurutmak için çalışıyorlar. Halbuki eşyada, kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrebler, meslekler az bulunur. Alâküllihal ba’zı kusurlar ve sû-i isti’malât olacak. Çünkü ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette sû-i isti’mal ederler. Fakat Cenâb-ı Hak âhirette muhasebe-i a’mal düstûriyle, adâlet-i Rabbânîyesini, hasenat ve seyyiatın müvâzenesiyle gösteriyor. Yâni hasenat racih ve ağır gelse, mükâfatlandırır, kabûl eder; seyyiat racih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiatın müvâzenesi, kemmiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Ba’zı olur, birtek hasene bin seyyiata tereccuh eder, afvettirir.
Mâdem adâlet-i İlâhîyye böyle hükmeder ve hakîkat dahi bunu hak görür; tarikat, yâni Sünnet-i Seniyye dâiresinde tarikatın hasenatı, seyyiatına kat’iyyen müreccah olduğuna delil: Ehl-i tarikat, ehl-i dalâletin hücumu zamanında îmanlarını muhafaza etmesidir. Âdi bir samîmi ehl-i tarikat; sûri, zâhirî bir mütefenninden daha ziyâde kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vâsıtasiyle ve o muhabbet-i evliyâ cihetiyle îmanını kurtarır. Kebairle fâsık olur, fakat kâfir olmaz; kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedîd bir muhabbet ve metin bir i’tikâd ile aktab kabûl ettiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için, onlardan i’timâdını kesemez. Onlardan i’timâdı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zât da olsa, şimdiki zındıkların desîselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir.
Birşey daha var ki: Dâire-i takvadan hariç, belki dâire-i İslâmiyetten hariç bir sûret almış ba’zı meşreblerin ve tarikat nâmını haksız olarak kendine takanların seyyiatiyle, tarikat mahkûm olamaz. Tarikatın dîni ve uhrevî ve ruhânî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız âlem-i İslâm içindeki kudsî bir râbıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, te’sirli ve hararetli vâsıta tarikatlar olduğu gibi; âlem-i küfrün ve siyaset-i Hıristiyâniyenin, nur-u İslâmiyeti söndürmek için müdhiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kal’a-i İslâmiyeden bir kal’asıdır.