Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 317
(310-346)

Bu ise ey İblis! Ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münâfıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemiyeceksiniz ve dememişsiniz ve demiyeceksiniz. Çünkü; bu şıkkı dinleyecek ve kabûl edecek dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o feylesofların en müfsidleri ve o münâfıkların en vicdansızları dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (A.S.M.) çok akıllı idi ve çok güzel ahlâklı idi.” Mâdem şu mes’ele iki şıkka münhasırdır ve mâdem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sâhib çıkmıyor ve mâdem kat’i hüccetlerle isbat ettik ki, ortası yoktur; elbette ve bizzarure senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak bilbedâhe ve bihakkal-yakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtır ve bütün Resûllerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın efdalidir.

ŞEYTANIN İKİNCİ KÜÇÜK BİR İTİRAZI

Sûre-i i okurken

Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki:

Kur’ânın en mühim fesâhatını, siz O’nun selâsetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor? Sekerattan tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i Sûrdan muhasebenin hitamına intikal ediyor ve ondan Cehennem’e idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selâset kalır? Kur’ânın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak mes’eleleri birleştiriyor. Böyle münâsebetsiz vaziyetle selâset, fesâhat nerede kalır?”

Elcevab: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın esas-ı i’câzı; en mühimlerinden belâğatından sonra îcâzdır. Îcâz, i’câz-ı Kur’ânın en metîn ve en mühim bir esâsıdır. Kur’ân-ı Hakîm’de şu mu’cizane îcâz, o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karşısında hayrettedirler. Meselâ:

Dinle
-