o cüz’ün kırk cüz’ünden bir cüz’ü, lafz-ı Kur’ân içinde tezâhür etmiş. Şöyle ki:
Yirmi Beşinci Söz’de ve On Dokuzuncu Mektub’un On Sekizinci İşâretinde; yüz defa Kur’ân lafzı tekerrür etmiş; pek nâdir olarak bir-iki kelime hariç kalmış, mütebâkisi bütün birbirine bakıyor. İşte meselâ: İkinci Şua’nın kırk üçüncü sahifesinde yedi “Kur’ân” lafzı var, birbirine bakıyor. Ve sahife elli altıda sekizi birbirine bakıyor, yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. İşte şu şimdi gözümüzün önünde altmış dokuzuncu sahifedeki beş lafz-ı Kur’ân, birbirine bakıyor. Ve hâkezâ... Bütün sahifelerde gelen mükerrer lafz-ı Kur’ân, birbirine bakıyor. Pek nâdir olarak, beş-altı taneden bir tane hariç kalıyor. Sâir tevâfukat ise, işte gözümüzün önünde sahife otuz üçte, onbeş aded
lafzı var; on dördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz îman lafzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fâsıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu gözümüzün önündeki sahifede iki “mahbub” var, biri üçüncü satırda, biri on beşinci satırdadır kemâl-i mîzanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört “aşk” dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sâir tevâfukat-ı gaybiyye bunlara kıyas edilsin. Hangi müstensih olursa olsun; satırları, sahifeleri ne şekilde olursa olsun alâ külli hal bu tevâfukat-ı gaybiyye öyle bir derecede var ki; şübhe bırakmıyor ki, ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat ba’zı hatta daha ziyâde tevâfukat göze çarpıyor. Demek, şu risâlelere mahsus bir hatt-ı hakîki vardır. Ba’zıları, o hatta yakınlaşıyor. Garâibdendir ki, en mahir müstensihlerin değil, belki acemîlerin yazılarında daha ziyâde görülür. Bundan anlaşılıyor ki; Kur’ânın bir nev’i tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakâik-i Kur’âniyenin mübârek kâmetlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuurîyle biçilmez ve kesilmez; belki onların vücûdudur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kâmete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.
Dördüncü Nükte: Beş altı suâli tazammun eden birinci suâlinizde: “Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl ve üryan mı olacak? Ve dostlarla görüşmek için ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla birtek zât nasıl görüşecek? Ehl-i Cennet ve Cehennem’in libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz.
Elcevab: Şu suâlin cevabı, gâyet mükemmel ve vâzıh olarak, kütübü ehadîsiyede vardır.