(Hulûsî-i sânî ve büyük bir âlim olan Sabri Efendi’nin fıkralarıdır.)
Meb’us-u âlem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin insanları hayrette bırakan ve cüz’î şuûru olana îman-ı kâmil bahşeden, fevkalhad ve hârikulâde ma’nen bin envâ’-ı mu’cizat-ı Ahmediyeyi ihtiva eden ve pek âlî ve azîm kıymeti müsbet ve müsellem bulunan On Dokuzuncu Mektub’un dördüncü cüz’ünü; nazar ve teveccüh-ü fâzılânelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduğum mûmâileyh Hulûsî Beyefendi’ye irsâl kılınmak üzere istinsaha başlamıştım.
Bin mu’cize-i Muhammediyye münderic olan On Dokuzuncu Mektub, mukaddemen dahi arzedildiği vecihle arzumun fevkinde pek ziyâde ulvî ve nurânî mebâhis ve vekâyi-i risâlet-meâbiyeyi beyân ve müjde ile ruh ve kalb-i âcizîyi bahar-ı âlem gibi gül ve gülistanlığa çevirmiştir. Bu hususta kalben hisseylediğim duygulardan mütevellid ve lâzım-ül arz medh ü senayı gâyet parlak bir tarzda arzetmek ehass-ı emelim ise de, maalesef söylemekten âciz bulunduğumu beyân ile iktifa ediyorum. Yalnız şu noktayı hissettim ki: O vekâyi’de siz cismen değilse de fakat rûhen, Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zîra o vekâyi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkiiyle, an’anesiyle kat’iyyen müşâhede ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduğunuza kani’ ve kailim.
On Altıncı Mektubu Atabey’e giderken götürdüm. Ekserî noktalar bir kısım ihvanı ağlattı ve amcazâdem Zühdü Efendi, On altıyı okuyunca, “Şimdiye kadar bilmediğim ve görmediğim nurânî ve pek kesretli sürur-u ma’nevîyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbime açıldı. Şu pencereden hâsıl olan netâyici yazmak iktidarımın fevkinde ise de, avn-i İlâhîye dayanarak bir arîza ile arzetmek ehass-ı emelimdir. Nihayetsiz selâm ve hürmetlerimi tebliğe tavassutunuzu rica ederim.” dediler.
Sabri