(20 Haziran 1934 Çarşamba)
Aziz, Sıddık, Meraklı Kardeşim Re’fet Bey!
Mektubunda Letâif-i Aşere’yi sual ediyorsun. Şimdi tarîkatı ders vermek zamanında olmadığımdan, tarîk-ı Nakşî muhakkiklerinin Letâif-i Aşere’ye dâir eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcûd mesâili nakil değildir. Gücenme, tafsilât veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki: Letâif-i Aşere; İmâm-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münâsib bir lâtife-i insaniye ta’bir ederek, seyr ü sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmalen bahsetmiştir.
Ben kendimce görüyorum ki, insanın mâhiyet-i câmiasında ve isti’dâd-ı hayatiyesinde çok letâif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükema ve ulemâ-i zâhirî dahi o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o letâif-i aşereyi başka bir sûrette hikmetlerine esas tutmuşlar.
Hatta avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letâif-i aşeresi ile münâsebetdardır. Meselâ: Vicdan, a’sab, hiss, akıl, heva, kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye gibi letâifi kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir sûrette gösterir. Daha bu letâiften başka şâika, sâika ve hiss-i kabl-el vuku’ gibi çok letâif var. Bu mes’eleye dâir hakîkat yazılsa çok uzun olur, vaktim de kısa olduğundan kısa kesmeye mecbûr oldum.
Senin ikinci sualin olan, ma’na-yı ismî ile ma’na-yı harfînin bahsi ise; ilm-i nahvin umum kitabları başlarında o mes’ele îzah edildiği gibi, ilm-i hakîkatın Sözler ve Mektûbâtlar nâmındaki risâlelerinde temsilâtla kâfi beyânat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zâta karşı, fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eğer âyineye şişe için bakarsan, şişeyi kasden görürsün, içinde Re’fet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksad, mübârek sîmanıza bakmak için âyineye baktın, sevimli Re’fet’i kasden görürsün.
dersin. Âyine şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir. İşte birinci sûrette âyine şişesi ma’na-yı ismîdir. Re’fet ma’na-yı harfî oluyor. İkinci sûrette âyine şişesi ma’na-yı harfîdir, yâni kendi için ona bakılmıyor, başka ma’na için bakılır ki akistir. Akis ma’na-yı ismîdir. Yâni
olan tarif-i isme bir cihette dâhildir. Ve âyine ise
olan harfin tarifine mâsadak olur. Kâinat nazar-ı Kur’ânî ile, bütün mevcûdâtı huruftur, ma’na-yı harfiyle başkasının ma’nasını ifade ediyorlar. Yâni: Esmâsını, sıfâtını bildiriyorlar. Ruhsuz felsefe ekseriya ma’na-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her ne ise... Şimdi çok konuşmaya vaktim yoktur. Hatta fihristenin en kolay, en mühim, en âhir parçasını dahi yazamıyorum. Senin ders arkadaşların, bilhassa Husrev, Bekir, Rüşdü, Lütfü, Şeyh Mustafa, Hâfız Ahmed, Sezâi, Mehmedler, Hocalara selâm ve mübârek hânende mübârek ma’sûmlara duâ ediyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî