Barla Lahikası | Mektub 145 | 152
(152-152)

(Süleyman Efendi, Mustafa Çavuş ve Bekir Bey’in bir fıkrasıdır.) (Isparta’daki kardeşlerimizin fıkrasındaki dâvâyı isbat eden kuvvetli iki delili gösteriyor.)

Re’fet Bey ve Husrev gibi kardeşlerimizin hârika bir sûrette yağan umûmî yağmur içinde Risâle-i Nur bereketine husûsiyetle baktığına, bizim de kanaatımız geliyor. Çünkü gözümüzle yağmur hâdisesinin, husûsi bir şekilde hizmet-i Kur’ân ve Risâle-i Nur’a baktığını iki sûretle gördük.

Birinci Sûret: Risâle-i Nur’un vâsıta-i neşri olan üstadımızın câmii, Barla’da seddedildi. Risâle-i Nur’u yazacak hâriçteki talebelerinin yanına gelmeleri men’ edildiği hengâmda kuraklık başladı. Yağmura ihtiyâc-ı şedid oldu. Sonra yağmur başladı, her tarafta yağdı. Yalnız Karaca Ahmed Sultan’dan i’tibâren, bir dâire içinde kalan Barla mıntıkasına yağmur gelmedi. Üstadımız bundan pek müteessir olarak dua ediyordu. Sonra dedi ki: “Kur’ân’ın hizmetine sed çekildi, bu köydeki mescidimiz kapandı. Bunda bir eser-i itab var ki, yağmur gelmiyor. Öyle ise, mâdem Kur’ân’ın itabı var. “Yâsin” Suresini şefâatçı yapıp Kur’ân’ın feyzini ve bereketini isteyeceğiz.” Üstadımız, Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye dedi ki: “Sen kırk bir Yâsin-i Şerif oku.” Muhacir Hâfız Ahmed Efendi bir kamışa okudu. O kamışı suya koydular. Daha yağmur alâmeti görünmezken, ikindi namazı vaktinde, üstadımız dâima itimad ettiği bir hâtırasına binâen Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye söyledi ki: “Yâsinler tılsımı açtı, yağmur gelecek.”

Aynı gecede evvelce yağmadığı Barla dâiresi içine öyle yağdı ki, üstadımızın odasının altındaki Çoban Ahmed’in bahçesindeki duvar yağmurdan yıkıldı. Halbuki Karaca Ahmed Sultan’ın arkasında ve deniz kenarında balık avlamakla meşgul Şem’î ile arkadaşları bir damla yağmur görmediler.

İşte bu hâdise, kat’iyyen delâlet ediyor ki; o yağmur, Hizmet-i Kur’ân’la münâsebettardır. O rahmet-i âmme içinde bir husûsiyet var ki; Sûre-i Yâsin anahtar ve şefâatçı oldu ve yağmur kâfi mikdarda yağdı.

İkinci Sûret: Kuraklık zamanında, yirmi-otuz gün içinde yağmur Barla’ya yağmamışken, Yokuşbaşı Çeşmesi yapıldığı bir zamanda menba’ına yakın üstadımız ve biz (yâni, Süleyman, Mustafa Çavuş, Ahmed Çavuş, Abbas Mehmed ve sâir kardeşlerimiz) beraber cemâatla namaz kıldık. Tesbihattan sonra dua için elimizi kaldırdık, üstadımız yağmur duası etti. Kur’ânı şefâatçı yaptı. Birden o Güneş altında, herbirimizin ellerine yedi-sekiz damla yağmur düştü. Elimizi indirdik, yağmur kesildi. Cümlemiz bu hâle hayret ettik. O vakte kadar yirmi otuz gündür yağmur gelmemişti. Yalnız o yağmur duası ânında dua eden her ele, yedi-sekiz damla düşmesi gösterdi ki, bunda bir sır var. Üstadımız dedi ki: “Bu bir işâret-i İlâhîyedir. Cenâb-ı Hak ma’nen diyor ki: Ben duayı kabul ediyorum, fakat şimdi yağmur vermiyorum.” Demek sonra Sûre-i Yâsin şefâat edecek. Nitekim öyle olmuştur.

Elhâsıl: Isparta’daki kardeşlerimizin umûmî rahmet içindeki Risâle-i Nur’un bereketine dâir dâva ettikleri husûsiyeti, bu iki kuvvetli delil ile tasdik ediyoruz.

Barla’da

Şem’î, Mustafa Çavuş, Bekir Bey,

Muhacir Hâfız Ahmed, Süleyman


Dinle
-