(Hulûsî Bey’in fıkrasıdır)
Bugün hayreti mûcib, nazara cazib, dikkati câlib, ma’nası lâtif, tertibi zarif, tevâfuku nazif, envârı zâhir, îcazı bahir, zübde-i bürhan, erkân-ı îman, bir lem’ası i’caz-ı Kur’ân olan ve mübârek Husrev’in çok mükemmel bir tarzda istinsah ettiği Yirmi Dokuzuncu Söz ile, melfufu cidden çok mühim mes’eleleri câmi’ ve bedî’ cevabları hâvi On Altıncı Lem’ayı ve benim gibi tenbellere mükemmel bir ders-i ikaz olan mektubu almakla bahtiyar ve çoktandır mahrum kaldığım Nurlara kavuşmaktan mütevellid ni’mete mazhariyetten dolayı, Cenâb-ı Hallâk-ı Rahîm’e teşekkürden âcizim.
Orada kardeşlerimizden beş nevi ibâdet hakkındaki îzahları ile kötü şahsiyetime değil, sırf Kur’âna, îmana, Nur’a, hakâika müteveccih hâlime baktım ve kanaatlarımı yokladım. Ben de aynı şeyleri düşünmüş ve kanâat getirmiştim.
1- Ehl-i dalâlete karşı mücahedede
2- Neşr-i hakîkatte üstada yardım
3- Müslümanlara îman cihetinden hizmet:
gibi âyetlerle
hadîs-i şerifi.4- Kalemle ilmi tahsil
Mâdem ki hakîkat ilmi tedris edilmiyor. Elbette mahfî hikmetlere binaen mahdut insanların eline geçen, kulağına giren, bu nevi derslerin ciddî tahsili için, bilhassa okuması yazması olanların, bizzât yazmak sûretiyle, bu neticeyi bulacaklarına şübhe edilmemelidir. Bir şeyi yazmak, okumak, anlamak, sonra başka kâğıda nakletmektir ki, bu tarzla matlub istifadenin te’min edileceği muhakkaktır.
5- Bir saatı bir sene ibâdet hükmüne geçecek tefekkür: Evet Nurlarla istifade, böyle saatler, zannederim, hepimizin meşhudu olmuştur. Sözler’deki hakâikı tefekkür, aynen Kur’ân’ın künûzunu ma’nen taharridir ki; “Fettah” ismi imdâda yetişerek, öyle muhayyiri’l-ukûl kapılar açıyor ki, zevkine nihayet bulunmuyor. Perdesiz, vasıtasız Kur’ân’a bakınca, zülâl gibi hakâikın tecelli ettiği, bulutsuz havada Güneş ve böyle bir havada yıldızlarla süslenmiş semada bedirlenmiş kamer gibi müşahede olunuyor.
Benim gibi bir isyankârın vaziyeti, hali, kabiliyeti, isti’dâdı aslâ müstaid değilken, Allah-u Zülcelâl’in nihayetsiz kerem ve rahmeti, fazl ve inâyeti ile, iki kerre iki dört kat’iyyetinde kat’i kanaatım gelmiştir ki, Hazret-i Gavs’ın ve onun üstadı, iki cihan fahri Nebiyy-i Efhamımız (A.S.M.) Efendimiz Hazretlerinin duâ ve himmetleri, Hazret-i Kur’ân’ın şâkirdleri üzerindedir.
Sû’-i ihtiyarımızla bozmazsak, bu himayet ve sahâbet elbette devam edecektir, kat’i kanaat ve îmanındayım. Şu satırları bana yazdırtan âsâr-ı Nur’un şeref-i vürudları ve feyizleri, inşâallah içinde gizlenmiş olan aşr-ı âhir-i Ramazandaki Leyle-i Kadr’in ihya edilmiş sevabını verir ve rıza-yı Samedanîye mazhariyetle, Saâdet-i Ebediyeyi kazanmaya bir vesile olur.
Ey üstadımın bu fâni âlemde arkadaşları! İnşâallah âhiret âleminde de yoldaşları olacak olan aziz ve kıymetli kardeşlerim! Şu anda kalbim şöyle inliyor, ben de ihtiyarsız yazıyorum: Hazret-i Üstad’ın gösterdiği yol, aynen Kur’ân’ın cadde-i kübrâsıdır, ondan ayrılmayalım, hizmetten kaçmayalım, fütur getirmeyelim. Sermayesi yalan ve yalancılık olan siyaset propagandaları, sû’-i kesbimiz ile kazanılan ve bugün tevarüs edilen fenâ şeylere karşı, kaderi ittiham derecesinde muradullaha müdahaleye cesaret etmeyelim. Biz abdiz. Sebeb-i hilkatimiz, seyyidimizi, yaratanımızı, râzıkımızı bilmek ve bulmaktır. Hülâsa-i mevcûdât olan Peygamberimiz vasıtası ile inzâl ve ikram buyurulan Kur’ân’ın ahkâmına ve o Hazret’in sünnetine tevfik-i harekete bezl ü gayret edelim. İşte o Nur elimizde mürebbi, yanımızda muarrif. Aramızda Nurları neşre, mürebbi ve muarrifimizi dinlemeye çalışalım. Biz vazife-i ubûdiyeti yapalım, netice-i mükâfatı Hâlık-ı Rahîmimize bırakalım. Yekdiğerimize en büyük yardım olan duayı da esirgemeyelim.
Zühre, Habbe, Katre ve Zeyli’nin Arabî bir nüshası bu fakire ihdâ buyurulmuş. Bir gün tercümesinin de yapılacağına işâret olunmuştu. Demek zamanı geldi ve benim gibi Arabî bilmeyen kardeşlerin ma’nevî arzuları, Zühre’nin tercümesine vesile oldu. Çok muhtasar olarak duygularımı arz edeceğim:
Birinci Nota:
Kelime-i Tevhidi ile Mabud-u Hakîki’ye bağlanmalı.
İkinci Nota:
Tekbir-i Ekberi ile kibriya ve azamet sâhibi ancak Allah-u Zülcelâl Vel-kemâl olduğunu...
Üçüncü Nota:
nass-ı azîmi ile, mâdem herşey helâk olacak, ey zaîf insan! Bundan senin, şemse nisbeten bir zerre bile olmayan hayatının da hissesi olduğunu anla, aklını başına topla, yaradılışındaki hikmeti düşün, haddini bil, ömür ve hayatını, sana saâdet-i ebediyeyi te’min edecek şeylerle geçir, hakîkatını...
Dördüncü Nota:
gibi âyetlerle müeyyed olduğu üzere ba’del mevt
âyetinin sırrı zâhir olacak ceza ve hesab gününde, Mâlik-i Yevmi’d dîn’in huzurunda, mahlûkat ve mevcûdâtın en kıymetdarı olan insanın aynen halk olunarak bulundurulacağını...
Beşinci Nota: Avrupa’nın surî medeniyetinin hakâik-i Kur’âniye ile butlanını,
âyetinin bir muhavere şeklinde tedrîsini...
Altıncı Nota:
gibi âyetlerle, hem îman tacını giyen hizbullahın galebesini ve hem zâhir insan sûretinde halk olunan müşrikînin ve onların bir nev’i olan, her şeyi inkâr edenlerin, Kur’ân nazarındaki kıymetlerini...
Yedinci Nota:
gibi âyâtın ma’nasını hatırlattığını...
Sekizinci Nota: Sonunda zikrolunan dört âyet-i celilenin bir nevi tefsiri...
Dokuzuncu Nota: Bugünün, Dokuzuncu Sözünün bir çekirdeği olduğunu...
Onuncu Nota: Marifetullah’a yol açacak, bid’aların kesreti zamanında Risâle-i Nur ünvanını alacak ve en evvel ehl-i îman öldükten sonra dirilmek var, ceza ve hesab günü var, uyanın hitabı ile mevki-i intişara konulacak olan Onuncu Söz’e mahfî işâret ettiğini...
On Birinci Nota: On bir, On iki, On üç, On dördüncü Sözler gibi, Kur’ân’dan fazlaca bahseden Nur risâlelerine, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden, Yirmi Beşinci Söz’ün geleceğine îma edildiğini...
On İkinci Nota: Bütün müslümanlara, muhtelif tarîkatlarda sülûk ile kazanılacak neticeye, acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkında Besmele olacak bir ders verdiğini...
On Üçüncü Nota: Yirmi Altıncı Söz’ü, âyetlerini,
hadîsini, Birinci Söz’ü, mecâzî muhabbetteki makul dereceyi göstererek, taklidden tahkike geçmek lüzumunu...
On Dördüncü Nota: Çok mühim ve pek nurlu bir eser olan, Yirminci tevhid Mektubunu...
On Beşinci Nota: Üç mes’elesi ile, Kur’ândaki emir ve nehyin ne kadar yerinde olduklarını ve şerîat-ı Ahmediye desâtirinin, ne kadar makul ve mantıkî esaslara istinâd ettiğini, ayân beyân göstermektedir. Çok kusurlu ve âciz talebeniz aldığı feyizleri ancak metîndeki yazıları tekrarla ifade edebilir. Hitabı azaltmak için sözü itnâba düşürmemek daha makul düşüncesiyle, ma’rûzatımı kısa kesmeyi daha faideli görüyorum.
Hulûsî