Aziz, Sıddık Kardeşim!
Sana bu def’a Yirmi Dokuzuncu Mektub’un üçüncü kısmını ve beşinci kısmını gönderiyorum. Üçüncü kısımda bir sır var. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zât hasta iken, sür’atle yazılmış. Göreceğiniz tarz, aynen bulunmuş, biz hayret ettik. Anladık ki o kısımda Kur’ân’a dâir niyetimiz tam haktır ve lâzımdır ki, böyle olmuştur.
Hem Mu’cizat-ı Ahmediye’deki tevâfukata bir sened-i kat’i olarak, iki parça (o mektubdan 4’üncü, 5’inci cüzlerini) gönderdim. O iki parça o risâlenin te’lifinin akabinde, acemî bir müstensih müsvedde-i aslîden acele yazdığı, hatta salavâtları (A.S.M.) işâretiyle geçtiği halde, iki sene sonra tedkik ettik, ümidimiz fevkinde acib bir tevâfuk gördük.
Sonra, ondan daha acemî bir müstensihe dedim: “Resûl-i Ekrem (A.S.M.) kelimesiyle, Kur’ân kelimesini kırmızı yaz, aynen o nüshayı istinsâh et.” Halbuki ikinci müstensih çok acemî idi. Evvelki müstensihin nüshasındaki tevâfuku kısmen bozmuş, şuuru taallûk ettiği için letâfetini ihlâl etmiş. Fakat yine tevâfukata bir hüccet olur. Siz de güzelce kendini-ze tebyiz ediniz. O müsvedde-i ûlânın bir sûreti ya sende veya Abdülmecid’de mahfuz kalsın.
Felillâh-il-hamd, şimdi Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın iki yüz ecza-i i’cazından bir cüz’ünü göze gösterecek birkaç Kur’ân’ı yazdırıyoruz. Birisi tamam oluyor. İçinde (2806) Lâfza-i Celal’den, yüzde bir müstesna, umumen tevâfuku, gaybî tarzında görünüyor. Lâfz-ı kırmızı ile yazdırdık, gören “Kur’ân’ın i’cazını gözümle görebiliyorum” diyebilir. İnşâallah bu cüz’-i i’caz, hatt-ı Kur’ânîyi muhafaza edecek, tahriften kurtaracak.
Elmas kalemli kardeşlerimize taksim ettim. En birinci kardeşimiz Hakkı Efendi birinci cüz’ü yazdı. İkincisini, üçüncüsünü senin bedeline yazmağa hâhişkârdır.
Başta vâlideyninize, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Bey, yeni talebem İmâm Ömer Efendi olarak Sözler’le alâkadar olanlara selâm ve duâ ediyorum, duâlarını isterim.
Sâbık Müftü Kemâl Efendi’ye de ki: Müjde! Her bir saat hastalıklı ömrü, bir gün ibâdet hükmündedir. Şu zamanda hayatın en iyi sûreti böyledir. Biz dergâh-ı İlâhîde onun hakkında, en hayırlısını niyaz edip duâ ediyoruz ve edeceğiz. Öylelerin duâsı makbuldür. Bana duâ etsin. Hoca Abdurrahman ile Fethi Bey, ikisi has talebelerin dâire-i duâsı içinde duâda kazancıma hissedardırlar. İkisi bana duâ etsinler. Eskide benim Ömer isminde talebem vardı; senin şimdiki orada Ömer Efendi ona duâda arkadaş olmuştur.
Kardeşiniz Mirzazâde
Said Nursî
Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Dördüncü Kısmı hem uzundur, hem bir tek nüshadır. Bu def’a gönderemedim. O kısım doğrudan doğruya i’caz-ı Kur’ân’ın bir âyinesidir ve çok da mühimdir. Otuz sekiz sahifedir. Başta Sabri, Süleyman, Husrev, Bekir, Tevfik, Gâlib sizlere selâm ederler. On Dokuzuncu Mektub’un Dördüncü Cüz’ünü, On Beşinci Nükteli İşâret’e kadar tashih ettim. Acele göndermek lâzım geldi, vakit bula-madım tam tashih edeyim.
Sen evvelâ On Beşinci Nükteli İşâretten sonra, kendi nüshanızla mukabele edip, tashih ediniz, sonra tebyiz ediniz. Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Mes’elesinde acib bir tevâfuk görüldü, şöyle: İki sahife baştan başa, yalnız baştaki satır müstesna, yirmi dokuz satır şuur ve ihtiyarımızın hâricinde, bütün “elif” gelmiş. Bu bütün “elif” Yirmisekizinci Mektub’dan Yirmi Dokuzuncu Mektub’a ehemmiyetli bir işâret-i gaybiyedir, diyordu. Sonra nümunesini size göndereceğiz.
Bu gece evrâd ile meşgul olurken, nöbetçiler ve başkalar işitiyordular. Kalbime geldi ki: “Acaba bu izhar, sevabını noksan etmiyor mu?” diye telâş ettim. Birden “Hüccetü’l-İslâm İmâm-ı Gazâli’nin” meşhur bir sözü hâtırıma geldi, demiş: “Ba’zan izhar ihfadan çok def’a ziyâde efdal olur.” Yâni âşikâre yapmakta, başka kimseler ya istifade ve taklid etmek veya gafletden uyanmak ve dalâlet ve sefahette muannid ise, karşısında Şeâir-i İslâmiye nev’inde izhar etmek, izzet-i dîniyeyi göstermek gibi, çok cihetle, husûsan bu zamanda, İhlâs dersini tam alanlarda değil “riyâ”, belki gizliden tasannu’ karışmamak şartıyla, çok ziyâde sevablı olur, diye bir teselli buldum.
Said Nursî