Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Onuncu Şuâ nâmında, yazdığınız Fihriste’nin İkinci Kısmı bana şöyle kuvvetli bir ümid verdi ki: Risâle-i Nur benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir biçâreye bedel, genç, kuvvetli çok Said’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için, bundan sonra Risâle-i Nur’un tekmil ve îzahı ve hâşiyelerle beyânı ve isbâtı size tevdi’ edilmiş tahmin ediyorum. Bir emâresi de şudur ki: Bu sene çok def’a ihtar edilen hakîkatleri, kaydetmek için teşebbüs ettim ise de çalıştırılamadım.
Evet Risâletü’n-Nur, size mükemmel bir me’hâz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmaniyenin herbirisine, meselâ Kur’ân’ın Kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dâir, müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dâir ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza mükemmel bir îzah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.
Zannederim ki, hakâik-i âliye-i îmaniyeyi tamamiyle Risâle-i Nur ihâta etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız ba’zan îzah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. (Ve inşâallah vazifeniz şerh ve îzahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve ta’lim ile, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şuâ’ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risâle-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashih ile devam edecek.)Risâle-i Nur’un samimî, hâlis şâkirdlerinin hey’et-i mecmûasının kuvvet-i ihlasından ve tesânüdünden süzülen ve tezâhür eden bir şahs-ı ma’nevî, (bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır), (bir rehberdir.) Buradan oraya gelen mektubları, Mübârekler Hey’eti bir risâle şeklinde toplanmasını ve Husrev de, cüz’î ve husûsi ba’zı cümlelerini ve lüzumsuz ba’zı fıkralarını tayyetmeyi, Hâfız Ali ve Sabri’ye havâle etmiş olduğunu yazıyorsunuz. O, Risâletü’n-Nur hakkında kerâmetli ve dikkatli ve isabetli ve keskin Husrev’in nazarı doğrudur. Bâki bir eserde, muvakkat ve cüz’î ve husûsi kelimeler tayyedilse daha iyidir. Bu def’aki mektubunuzda kerâmetkârane üç nokta gördük:
Birincisi: Buranın bir Husrev’i olacak derecede ihlas ve irtibat ve iktidarı gösteren Küçük Husrev, Mehmed Feyzi isminde Risâletü’n-Nur’un çalışkan bir talebesi askerden gelip, daha ikinci def’a görüşüldüğü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini gördük, dedik: Bu Risâletü’n-Nur’un şâkirdleri birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbirine pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar.
İkincisi: Bu Küçük Husrev Feyzi, bu âhirlerde İstanbul’da iken Ri-sâle-i Nur hesabına zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. “Acaba rahatsızlığı var mı?” Birden zihnim yüzünü ondan çevirdi, Hâfız Ali ile şiddetli meşgul oldum. Anladım ki, teessür verecek var. Fakat Risâletü’n-Nur’un fa’al merkezi olan Hâfız Ali cihetinde olacak. Hâfız Ali’ye şifa duâsına başladım, devam ettim. Ve mektup gelmeden evvel Feyzi’den sordum: “Sen bir hastalık çektin mi?” O dedi: “Yok”. Dedim: “Öyle ise, Isparta’da Risâle-i Nur’un ehemmiyetli ve kuvvetli bir rüknünün bir rahatsızlığı var. Fakat, hayâlim hakîkatın sûretini şaşırmış.” Sonra mektubunuz geldi, hakîkat anlaşıldı...
Üçüncüsü: Bundan yirmi gün evvel, eyyâm-ı mübârekeden sonra, hâtırıma geldi ki; vazifedârâne kalemi her gün isti’mal etmeyenler, Risâ-le-i Nur talebeleri ünvan-ı icmâlîsinde her yirmi dört saatte yüz def’a hissedar olmak yeter diye, husûsi isimlerle has şâkirdler dâiresi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi. Birkaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebeb hissetmeden, yine Hakkı, Hulûsî’ye arkadaş oldu. İsmiyle, resmiyle has dâiresine girdi. Hakkı’nın “Beni duâdan unutmasın” diye, mektubunuzdaki fıkranın yazıldığı aynı zamanda, husûsi duâyı kazanmış hesabıyla tahmin ettik.
Hatta, bugünlerde bunun gibi inâyetin çok lem’aları var. Emin, bunları havadis-i yevmiye diye, bir fıkra yazacak, belki size de gönderecek. (Risâletü’n-Nur’un küçük talebeleri ve istikbalde çalışkan, kıymetdar şâkirdleri olanlar, şimdi de talebeler dâiresinde olarak hissedardırlar.)
İstanbul’da Mehmed Feyzi, Eski Said’in risâlelerini ararken, aynı günde kahraman Rüşdü, bir dükkânda mevcûdunu toplamış, almış idi. Küçük Husrev müteessir olarak başka yerde aramış, İşârâtü’l-İ’caz’ı bulmuş, tahminen demiş ki: Bana sebkat eden, herhalde benden ilerideki Isparta’lı kardeşlerimdir.
Her neyse, bu İşârâtü’l-İ’caz nüshasını Hâfız Ali ve Sabri’deki nüshalarda bulunan kerâmet-i tevâfukiyeyi yazdırmak istiyor. En kolay bir çâresi; küçük bir defterde, her sahifesinde tefsirin bir sahifesine mukabil hurûf-u hecânın (Elif ve tâ ve sâire) kaydedersiniz. Kolayını bulmazsanız kalsın.
Umum kardeşlerime birer birer ve bilhassa risâleler ile çok meşgul olanlara selâm ve duâlar ederim ve duâlarını beklerim.
Not: Emin ve Küçük Husrev ve Hâfız Tevfik selâm ve arz-ı hürmet ederler. Tahsin askere gitmiş.
Kardeşiniz
Said Nursî