Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede: “Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, fâidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzaaf bir sûrette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.
Gelen cevab, ma’nevî canibden geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel ma’nevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır. Yani: Eğer galib tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet nâmına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki-i mübârekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zâhir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.”
Aziz, Sıddık, Mübârek Kardeşlerim!
Sizlerin bu bayram ma’nevî hediyeniz, bayramımı öyle bir tebrik etti ki, binler kederim olsaydı silerdi. Bin bârekâllah. Böyle bir zamanda böyle ihlaslı sadâkat, livechillah uhûvvet ve fîsebilillah muâvenet ancak âlî himmet sıddıkînlerde bulunur. Hâlık-ı Zülcelâl’e hadsiz hamd ve şükür olsun ki, sizin gibileri Kur’an-ı Hakîm’e hâdim ve Risâle-i Nur’a şâkird eylemiş.
Hüsrev Kardeş! Senin, umum kardeşlerin nâmına bayram tebriki hesabına başta Kur’anın baştaki çok şirin ve güzel cüz’leri olarak Mektubat’ın kısm-ı a’zamını hediye etmekliğiniz, bin tebrik hükmünde oldu. Bin bârekâllah.