Kastamonu Lahikası | Mektup 136 | 220
(220-221)

(136)

Aziz, Sıddık, Müstakim Kardeşlerim!

Gâyet ciddî bir ihtar ile bir hakîkatı beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki:


sırrıyla ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakîki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakîkat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukût etmezler. Meğer bütün bütün zâhir-i şeriâta muhalif ve hatası zâhir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binâen



deki ulüvv-ü cenab düstûruna ittibaen ve avam-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, îmânlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risâle-i Nur’un erkânlarının haksız i’tirâzlara karşı haklı fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binâen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın

mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, i’tirâzıyla ötekini cerhedip ve ötekinin delilleriyle berikini yere vurmak, çürütmekten içtinâben, Risâle-i Nur şâkirdleri bu mezkûr dört esâsa binâen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârane, medâr-ı i’tirâz noktaları îzah etmek ve cevab vermek gerektir.

Çünki bu zamanda enâniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enâniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor.

Səs yoxdur