Rüşdü Efendi benim tarafımdan Şükrü Efendi’ye, ta’ziyenamesi olan On yedinci Mektub’u, benim yerimde okusun. Risâle-i Nur’un kaptanı Sabri, Nis adasındaki bir kardeşimiz ve Onuncu Söz’ün tab’ından sonra tehlikeden muhafaza için kaç ay hanesinde saklayan ve peder ve vâlidesiyle, bizimle ciddî alâkadar bulunan Veli Efendi’nin peder ve vâlidesinin vefat haberlerini yazıyor. Cenâb-ı Hak onlara rahmet eylesin. Ben inşâallah çok zaman onları ma’nevî kazançlarıma şerik edeceğim.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Ben pek kat’î bir sûrette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat’î kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki: Risâle-i Nur’un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, mâişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyordum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, “Biz de hissediyoruz” derler. Hattâ size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.
Hem Îmâm-ı Şafiî’den (R.A.) rivâyet var ki; hâlis talebe-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim demiş. Çünki rızıklarında vüs’at ve bereket olur. Madem hakîkat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risâle-i Nur şâkirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risâle-i Nur hizmetini bırakmak ve zarû-ret-i mâişet özrüyle, mâişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risâle-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.
Evet her tarafta bu derd-i mâişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalâlet bundan istifade eder. Ehl-i diyânet de kendini mazur bilir, “Zarûrettir.. ne yapalım?” der.