Eğer deki tenvinde vakfedilse, bin üç yüz on altıdır ki; hem Risâle-i Nur’un mukaddematına, hem tenvin ile tekemmülüne ve Birinci Şuâ’da beyan edildiği gibi, çok âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri aynı meşhur tarihe tevafuk eder.
Aziz, Sadık, Muhterem Kardeşimiz Hoca Haşmet!
Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki: Evet bu zaman hem îmân ve din için, hem hayat-ı içtimâiye ve şeriât için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gâyet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmâniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür.
Şeriât ve hayat-ı içtimâiye ve siyasiye dâireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyâde ehemmiyet ise, îmânî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında câzibedar olan hayat-ı içtimâiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyâde ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, ma’na veriyorlar.
Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, âdeten kabil görülmüyor.