Kastamonu Lahikası | Mektup 155 | 248
(248-248)
(155)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu şiddetli kışta ve ma’nevî, dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer içtimâî hayatında müdhiş, kanlı diğer tarz bir kışta çırpınan bîçârelere, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev’iye cihetinde gâyet derecede bir hüzün ve elem hissettim.

Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ahkemül-hâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerim ve Rahîm’in hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Ma’nen denildi ki: “Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakîm ve Rahîm’in hikmetini, rahmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i İlâhiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbâniyeden daha mükemmel hikmet, dâire-i imkanda olamaz. Âsiler cezalarını; ma’sûmlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyâde mükâfatlarını alacaklarını düşün! Senin dâire-i iktidarın haricinde olan hâdisata, Onun merhamet ve hikmet ve adâleti ve rubûbîyeti noktasında bakmalısın!” Ben de o lüzumsuz, şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.

Otuz sene evvel aşâirlerde gezerken böyle sual ettiler: Acaba şu zaman ve dehrin şikâyetindeki, hattâ büyük zâtlar ve evliyalar dahi felekten ve zamandan şikâyet ediyorlar. Ondan, Sâni’-i Zülcelâl’in san’at-ı bediine i’tirâz çıkmaz mı?

Cevab: Hâyır ve aslâ!.. Belki ma’nası şudur: Güya şikâyetçi der ki: İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhi ettiğim hal; hikmet-i ezeliyenin düstûruyla tanzim olunan âlemin mâhîyeti müsta’id değil ve inâyet-i ezeliyenin pergeliyle nakşolunan feleğin kanunu müsaid değil ve meşîet-i ezeliyenin matbaasında tab’olunan zamanın tabîatı muvafık değil;

Səs yoxdur