Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin’in suali ve ilhahlarıyla bazı bîçârelerin îmânlarını şübehâttan muhafaza niyetiyle bu mes’eleye dâir yalnız bir-iki-üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyârımız haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık. Kusura bakmayınız, bu fıkra da tashihe ve dikkate vakit bulamadık, müşevveş kaldı.
Aziz Kardeşlerim Ve Sıddık Arkadaşlarım!
Var olunuz, bahtiyar olunuz! Sizin pek ciddî sa’y ü gayretiniz hem burada, hem başka yerlerde şevk ve gayreti uyandırıyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, gittikçe Risâle-i Nur’un fütûhatı ziyâdeleşiyor. Ehl-i îmân yaralarını hissedip, ilâçlarını ondan buluyorlar.
Hâfız Ali’nin mektubunda yazdığı iki âyetin işaretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasının sâhibi gibi, çok mesrûr ve müferrah olduk. Fakat Risâle-i Nur’a bir işaret-i gaybiyle haber veren otuz üç adet âyât
âyetiyle hitam bulduğundan, bu yeni iki âyetin müstakil bir sûrette işaretlerine kapı açılmadı. Hem otuz üç âyetten hangisinin tetimmesi olacak şimdilik bilinmedi. Yalnız bu kadar anlaşıldı ki,
fıkrası Risâle-i Nur’un nâşir ve kâtiblerine ma’nayı işâri ile bakıyor. Hem
fıkrası dahi, Risâle-i Nur’un eczalarına ve suhuflarına ve kitablarına ma’nayı işâriyle bakıyor. Fakat cifir hesabıyla, bin üç yüz altmış (1360) küsurdan sonra bu parlak vaziyeti gösterecekler diye icmâlen fehmettik.