Kastamonu Lahikası | Mektup 164 | 262
(262-263)

Demek kozmoğrafyacılar gibi ehl-i fennin en son ve geniş nokta-i istinadları ve medâr-ı gafletleri olan perdelerde Nûr-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düşmanlarını takib ediyor. En uzak tahassüngâhlarını bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: “O bir soba, bir lâmbadır. Odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!” Başına vurur.

Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmâya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkanı olmuyor. Hiçbir şey, huzura mani’ olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakîkat gibi huzur-u dâimî kazanmak için, kâinatı ya nefyetmek veya unutmak, ve hatıra getirmemek değil; belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve dâimî kâinat vüs’atinde bir ubûdîyet dâiresini açtığını gördüm. Daha var. Fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.

* * *

(164)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu def’a Hâfız Ali’nin ve Halil İbrahim’in ve Lütfü’nün bir vârisi Abdullah’ın, ehemmiyetli üç mektublarını aldım. Hâfız Ali’nin Hizb-i Kur’anî ve Hizb-i Nurî’deki yanlışlardan teessürünü bildiriyor. Kat’iyyen o bilsin ki; o ve Tahirî ve Hâfız Mustafa ve arkadaşlarının gayretleriyle tab’edilen o iki hizb, bu zamanda, bu şerâit içinde gâyet parlak bir muzafferiyet-i nuriyedir. Onların defter-i a’maline, her tarafta hasenatları geçirilir. Kim okusa, onların hissesi var. Yanlışları, tahminimizden çok azdır. Lillah-il-hamd kolayca tashih ettik. Lâyık ellere girmiş.

Halil İbrahim’in, Risâle-i Nur hakkında gâyet tatlı ve güzel ve mutabık temsili ve tavsifi, -içinde- samîmî ihlasından ve kanaatından geldiği cihetle, bizce gâyet parlak ve edibane düşmüş. Risâle-i Nur’a ait kısmını Lâhika’ya yazacağız. Hakîkaten Risâle-i Nur’un mühim ve sebatkâr ve dâimî bir rüknü olduğuna şübhe kalmamış. Ona ve rüfekasına her gün husûsî dualarımıza, kazançlarımıza, husûsan İnce Mehmed hissedar olmalarını ve selâmımızı tebliğ edersiniz.

Səs yoxdur