Kastamonu Lahikası | Mektup 138 | 224
(224-224)
(138)

Aziz Kardeşlerim!

Nur fabrikasının sâhibi, Birinci Şuâ’ın Dördüncü Âyet bahsinde, hakîkat-ı İslâmiyetin yedi esâsını parlak bir sûrette isbat edildiği cümlesine dâir soruyor ki: Erkân-ı İslâmiyeyi beş biliyoruz. Hem vücûb-u zekat rüknü, risâlelerde ne sûretle îzah edildiğini soruyor.

Elcevab: İslâm’ın rükünleri başkadır, hakîkat-ı İslâmiyet’in (Hâşiye) esâsları yine başkadır. Hakîkat-ı İslâmiyet’in esâsları; altı erkân-ı îmâniye ile ve esâs-ı ubûdîyet ki, İslâmın beş rüknü olan (savm, salât, hacc, zekat, kelime-i şehâdet) mecmuunun hülâsasıdır. Risâle-i Nur, altı rükn-ü îmâniye ile bu esâs-ı ubûdîyeti isbat edip “Seb’al-mesânî” cilvesine mazhariyeti muraddır. Vücûb-u zekatın îzahından murad ise, zekatın teferruat tafsilâtı değil; belki zekatın, hayat-ı içtimâiyede derece-i lüzumu ve ehemmiyetli kıymeti isbat edilmiş demektir. Evet Risâle-i Nur’dan evvel yazdığımız risâlelerde, hem de Risâle-i Nur’un müteaddid yerlerinde, vücûb-u zekatın hayat-ı içtimâiyede ne derece ehemmiyetli olduğu kat’iyyen ve vâzıhan isbat edilmiş demektir.

Isparta’da Risâle-i Nur’un ders ve neşrine iki köşkünü bir zaman tahsis eden kardeşimiz Şükrü Efendi’nin iki genç evlâdının vefatı, beni müteessir etti. Çünki beş-altı yaşında iken, ma’sûme kerimesi yanıma geldikçe, her def’a “Adın nedir?” soruyordum. Ma’sûmane, kemâl-i fahrle “Hayrünnisa” derdi, beni şefkatle güldürüyordu. Cenâb-ı Hak o mübârek ma’sûmeyi birden cennetine aldı, şu dünya cehenneminden kurtardı. Ve merhum mahdumu Hayati ise, hastalık inşâallah onu da Hayrünnisa gibi günahsız, ma’sûm yaptı. Beraber cennet tarafına gittiler. Bu nokta-i nazardan ben o iki çocuğu tebrik ediyorum. Ve peder ve vâlidelerine de hem ta’ziye, hem ma’nen tebrik ediyorum ki; o iki evlâdları


sırrına mazhar oldular. Ben o ikisini, Risâle-i Nur’un vefat eden şâkirdleri içinde dualarımıza dâhil ettik.


Hâşiye: “Beraber” kelimesi Şuâda noksan olduğu için, şübhe edilmiş.

Səs yoxdur