Üstadımızdan hiç görmediğimiz ikimiz yani Emin, Feyzi; Barla, Isparta Süleyman’ları gibi inceden inceye hastalık (Hâşiye) hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediğimizden, şiddetli hiddetini gördük. Bu hastalıkta yine eser-i rahmettir ki; hiç hatır ve hayale gelmeyen aşr-ı âhirin gâyet mühim gecelerinde, üstadımızın tam îfa edemediği vazifesi yerinde bu havalide herbir şâkird, kendi husûsî çalışmasından başka, bir saati üstadı hesabına Risâle-i Nur’un şâkirdlerinin mücahede-i ma’neviyelerine iştirak ve onları hedef edip onların defter-i a’maline geçmeye, aynı üstad gibi çalışmağa başladılar.
Demek üstad yerinde onun birkaç saat çalışmasına bedel, pek çok saatler aynı vazifeyi görmeye başladılar. Hattâ üstadımız diyordu: Ehemmiyetsizliğimle beraber Isparta havalisinde kardeşlerimizin a’mal-i uhreviyesine bir medâr, bir müheyyic hükmünde benim kusurlu çalışmam kâfi gelmiyordu; Cenâb-ı Hak rahmetiyle, bu hastalık vesîlesiyle bir şahs-ı ma’nevî ve kuvvetli bir medâr olacak bu tedbiri ihsan etti, cüz’iyetten külliyete çıkardı.
Yine bu hastalığın letâifindendir ki; üstadımızın hiç sesi çıkmıyordu, konuşamıyordu. Hiç beklenilmeden, bir iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstadımız dedi ki: “Ben hastalığımı muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç değilim. Hekim, Cenâb-ı Hak’tır.” Birden canlandı, sesi çıkmağa başladı. Güya kendisi bir doktor şeklini aldı. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektub okudu, doktorun derdine deva olacak bir ilâç oldu. Sonra top atıldı. Doktora dedi ki: “Burada iftar et.” Doktor dedi ki: “Bugün kusur etmişim, oruç tutamadım” demesiyle çok hayret ettiğimiz üstadımızın vaziyeti, orucunu bozmuş bir doktorun tıb noktasında hâkîmâne vaziyetini kabul etmediği için o vaziyet ona verildiğini bildik.
Evet Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsinden gelen şifa duası, öyle yüz bin doktora mukabil gelir diye biz de tasdik ettik. Bu hastalığın Leyle-i Kadir’de Risâle-i Nur talebeleri, husûsan ma’sûmların ettikleri şifa duaları öyle bir derece hârika bir sûrette te’sirini gösterdi ki, üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir sûrette birden bir vaziyet verildi.
Hâşiye: Hastalık o kadar şiddetli idi ki, dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.