Ey arkadaş! Şimdi hayali baştan çıkar, aklı kafaya geçir! Evvelki iki yolun mağdub ve dâllîn yolu; hatarları pek çoktur, kıştır dâim güz yazı.
Yüzde biri kurtulur; Eflatun, Sokrat gibi. Üçüncü yolu; sehildir, hem karib müstakimdir. Zaîf, kavî müsâvi. Herkes o yoldan gider. En rahatı budur ki: Şehid olmak ya gazi.
İşte neticeye gireriz. Evet deha-yı fennî: Evvelki iki yoldur ona meslek ve mezheb. Fakat hüda-yı Kur’anî: Üçüncü yoldur onun sırat-ı müstakimi, îsal eder bizi.
Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nûranî, mağdub ve dâllînin o tarîk-ı zulmanî, tam farklarını görmek istersen eğer ey aziz,
Gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin, şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. O mezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvâtı bir ziyâret ederiz.
Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretiyle bu zulümat-ı kıt’adan bizi tuttu çıkardı, bu vücûda bindirdi, gönderdi şu dünyaya; şu şehr-i bi-lezâiz.
İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücûda, o sahra-yı hâile. Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık; evvel istîtafkârane önümüze bakarız.
Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anâsır-ı tabâyia bakarız, ondan meded bekleriz.