Demek ki, Risâle-i Nur şâkirdleri bu açlık ve zarûret musîbetine karşı, yine Nur’la mukabele etmeli. Her şâkirdin vazifesi, yalnız kendi îmânını kurtarmak değil; belki başkasının îmânlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.
Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risâle-i Nur’un zararına ve şâkirdlerinin salabet ve metânetlerine ilişecek bir tarzda dâireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlisa ile girmezse, belki fütûr verirler. Eğer enâniyetli ve hodfüruş ise, Risâle-i Nur şâkirdlerinin metânetlerini kırarlar; nazarlarını, Risâle-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metânet lâzımdır.
Bu havalide, hakîkaten ümidimin fevkinde, Risâle-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiştiler. Baba, oğul; Ahmed Nazif, Salahaddin. Bu iki zât Risâle-i Nur’un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. Ezcümle: Birisi yani oğlu, Kars’ta durup hem Van’a, hem Erzurum’a, hem
Konya’ya, hem buralara -size leffen gönderdiğim mektub gibi- muhabereler ile te’sirli bir sûrette çalışıyor; tam bir Abdurrahman’dır.
Kardeşiniz
Said Nursî
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu zamanda husûsan bu sıralarda, Risâle-i Nur’un şâkirdleri tam bir metânet ve tesânüd ve dikkat etmeye muhtaçtırlar. Lillah-il-hamd, Isparta ve havalisi kahramanları demir gibi bir metânet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-ü misâl oldu.