Kastamonu Lahikası | Mektup 44 | 69
(69-69)
(44)

ŞEFKAT YÜZÜNDEN, ESÂSÂT-I İSLÂMİYENİN HARİCİNDEKİ BİD’AT VE DALÂLET YOLLARINA SAPANLARI ÇEVİREN BİR HAKÎKATTIR

Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbâniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-âlemîn Zât’ın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirâyet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir.

Meselâ: Kâfir ve münafıkların cehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve te’vile sapmak; Kur’anın ve edyan-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gâyet derecede bir merhametsizliktir. Çünki ma’sûm hayvanları parçalayan canavarlara himâyetkârâne şefkat etmek, o bîçâre hayvanlara şedid bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır.

Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i îmânın sû’-i âkibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i îmana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni’ bir gadirdir.

Risâle-i Nur’da kat’iyyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcûdata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzûlüne vesîledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki; “İstirahatımızın selbine sebeb oldular” diye rivâyet-i sahiha vardır. O halde kâfirin azab çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz ma’sûmlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman ma’sûmlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.

Səs yoxdur