Kastamonu Lahikası | Mektup 69 | 105
(105-106)
(69)

Bugünlerde iki ince mes’ele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakîkatlara birer işaret ederiz:

Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binâen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediye’dir (A.S.M.) ve velâyet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) evrâdıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakîkatı böyle inkişaf etti: Nasılki risâlete inkılâb eden velâyet-i Ahmediye (A.S.M.) bütün velâyetlerin fevkindedir; öyle de, o velâyetin tarîkatı ve o velâyet-i Kübranın evrâd-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sâir tarîkatların ve evrâdların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dâiresinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar he’yet-i mecmûada nûranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zât, namazdan sonra


deyip tesbihi çekerken, o dâire-i zikrin reisi olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın müvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini ma’nen hisseder; o azamet ve ulviyetle



der. Sonra o serzâkirin emr-i ma’nevîsiyle ona ittibaen



dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dâiresinde yüz milyon müridlerin



larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde



ile iştirak eder ve hakeza...

Səs yoxdur