Çünki her Kur’ân’ın üç yüz bin altı yüz yirmi harfinde, o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu gösterir.
Latiftir ki; Hüsrev’in sehvini bulan bir zât, iki harfte bir sehiv etmiş. Hüsrev yüz bin harfte bir sehiv etmiş. Tashih eden, iki harfte noktayı bırakıp sehiv etmiş. Demek o dikkatli hâfızın o sehvi, Hüsrev’in o sehvini afvettiriyor.
Hem bu Hüsrev’in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risâle-i Nur’a karşı irtibatı ve iştiyakı ve kanaatı gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütûr vermiyor.
Hem onun bir hârikası odur ki: Risâle-i Nur’a beş sene yabanî kaldığı halde birden intisâb edip, bir ay zarfında on dört risâleyi Risâle-i Nur’dan yazmış.
Hem Kur’anın gözle görülen bir nevi lem’a-i i’caziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı Arabî-i Kur’anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı Arabî-i Kur’an’da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallimine tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: “Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz” dediler. Demek Hüsrev’in kalemi, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ve Risâle-i Nur’un mu’cizevari kerâmetleri ve hârikalarıdır.
Kardeşiniz
Said Nursî
Azîz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu def’a gelen Halil İbrahim’in Risâle-i Nur’a gâyet kuvvetli irtibatını ve gâyet yüksek derece-i takdirini ve fevkalâde sadâkat ve ihlâsını gösteren mektubu lâhikaya girdi. Benim bedelime ona yazınız ki, dâima onu Risâle-i Nur’un ehemmiyetli bir rüknü ve gâyet kuvvetli ve emniyetli bir sâhibi olarak, dâima nazarımızda kıymetini muhafaza ediyor, belki terakki ediyor.