Üçüncüsü; Sav medresesi etraf köylerine nurları neşretmesi ve onların ma’sûm çocuklarını da Hâfız Mehmed’in dâire-i dersine celb etmesidir, diye mektubunda Ahmed yazıyor. Hem onun mektubunda Risâle-i Nur’un okunmasını Hüsrev’in hastalığına ilaç olduğu gibi pek çok def’alar da hattâ geçen müthiş hastalığımda gelen doktora okudum, hem ona hem bana ilaç olduğunu gördük. Evet ma’nevî devâ olduğu gibi ba’zan maddî ilaç da oluyor.
Risâle-i Nur’un santralı olan Sabri’nin mektubunda iki nokta nazar-ı dikkati celbetti.
Birincisi: Risâle-i Nur’un yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icâzet noktasıdır. Madem Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsi onları çok zaman dâiresinde muhafaza edip çalıştırmıştır. Elbette o sebatkâr hâlislere icâzet vermiş, izni onlarla beraberdir. Ben de ondan icâzet alıyorum. Bu nokta şimdilik yeter.
İkinci Nokta: Hüsrev ve Süleyman Rüştü her vakit berâber düşündüğüm gibi Sabriyle, Sıddık Süleyman da aynen öyledir. Mektubla veya hayâlen Sabriyle konuşsam dâima Süleyman da beraberdir. Bu def’a mektubunda Süleyman’dan ve Risâle-i Nur mescidinin müezzini Şem’i’nin selâmını yazması münâsebetiyle benim için çok ehemmiyetli bulunan Barla’daki dostlarımı, husûsan Risâle-i Nur’un başkâtibi Şamlı Hâfız Tevfik’i tahassürle tahattur ettirdi. Acâba o dostlarımdan vefat edenler kimlerdir, onlardan sağ olanlara selâm ve vefat edenlere dua...
Kardeşlerim!
Bugünlerde Rumûzât-ı Semâniye’ye aid iki risâleyi ehemmiyetli talebelere, bir yere gönderdim. Yol kapandı, gitmedi. O iki risâleyi tekrar dikkatle mütâla’a ettim. Fikren dedim ki: “Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, başka yolda sevkedildik, çalıştırıldık.”