Kastamonu Lahikası | Mektup 145 | 234
(233-234)

İşte böyle hiçbir kanun-u adâlete ve insaniyete ve hiçbir düstûr-u hakîkata ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur’an teberri eder. Yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünki onlarda öyle dehşetli bir firavunluk bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur’an’a, İslâm’a yardım, belki kendine tâbi’ ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılınçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur’aniye elbette tenezzül etmez.

Ve milyonlarla ma’sûmların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinat’ın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’an’a farz ve vâcibdir. Gerçi zındıka ve dinsizlik, o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyâneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına tarafdar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o tarafdarlık, bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş.

Hem zındıka, nifak hâsiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin tarafdarlık cihetiyle kazandığın günahlar, fâidesiz boynunda kalır. Risâle-i Nur şâkirdlerinin vazifeleri îmân olduğundan, hayat mes’eleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakîkata binâen, değil on üç ay, belki on üç sene (Hâşiye) dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız. Günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?

İkinci Sual: İşârat-ı Kur’aniye Risâlesi’nde, Fatiha’nın âhirinde sırat-ı müstakim ashabı ki,


âyetiyle tarif edilen taife içinde, hem



ilâ âhir... hadîsinin âhirzamanda gösterdikleri mücahidler içinde ve hem



Suresi’nin



’dan başlayan üç cümlenin ma’na-yı işârisinde husûsî bir sûrette bir ferdi, Risâle-i Nur’un has şâkirdleri olduğuna sebeb nedir ve vech-i tahsisi nedir?


Hâşiye: Hem tam yedi senedir aynı hal devam etti. Ne merak etti ve ne de sordu ve ne de bildi.

Səs yoxdur