Kastamonu Lahikası | Mektup 185 | 300
(300-301)

Kızlar ise; gerçi başka cihetlerde kusurları çok, fakat zaafiyetlerine binâen, himâyetkâr ve şefkatkâr ellere ziyâde muhtaç bulunduklarından hürmetlerini, peder ve vâlidelerine karşı ihtiyaçlarını hassasiyetle bir cihette ziyâdeleştirdiklerinden, beşerin zalim eliyle, kardeşlerinin kısmen haklarını muvakkaten onlara vermeye müsaade etti.”

Üçüncü Sual: “Bazı mütedeyyin zâtların, dünyadar haremleri yüzünden ziyâde sıkıntı çekmeleri nedendir?” Bu havalide bu nevi hâdiseler çoktur.

Gelen cevab: “O mütedeyyin zâtlar, diyânetlerinin muktezası, böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti.” Mütebâkisi, bir mübârek hanımın şuursuz müdahalesiyle geri kaldı.

* * *

(185)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Bu mübârek Ramazan-ı Şerif’teki dualar, ihlas bulunmak şartıyla inşâallah makbuldür. Fakat maatteessüf ekseriyetçe Risâle-i Nur şâkirdlerinin nazarlarını dünyaya çevirmek ve huzur-u kalbi bozmak için bazı taarruzlar yüzünden o ihlas, o huzur-u tam bir derece zedelenir. Merak etmeyiniz, her şeyi Cenâb-ı Hakk’a havale edip öyle taarruzlara ehemmiyet vermeyin. Âtıf’a da yazınız, merak etmesin ve müteessir olmasın. O da bir kaza-i İlâhidir. İnşâallah, Sava Hâfız Mehmed’in hâdisesi gibi Risâle-i Nur’un lehine dönecektir. (Hâşiye)


Hâşiye: Âtıf’a muaraza eden ve hücum eden tarîkatçı müftü ve taassublu vaiz ve hoca ve ehl-i tarîkat, ehemmiyetli ehl-i ilim ve tarîkat, bu muarazada, en son perdesi, rejim hesabına ve tarafgirliğine ve himâyesine dayanıp, Âtıf’ın müdafaa ettiği sünnet-i seniye mesleğine taarruz sûretine girdiğini; ve Risâle-i Nur’a muaraza eden, bilerek veya bilmeyerek zındıkaya yardım ettiğine bir delil, bu def’a adliyece benden sordular ki:

Kürd Âtıf, rejim aleyhinde çalışıyor. Demek onun muarızları, rejime dayandılar.

Ben de dedim: “Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risâle-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz.” Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömer’in (R.A.) taht-ı hükmünde, kanun-u adâlet-i şer’iyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere, Nasara’ya ilişmiyordular. Demek kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir cünha bir suç teşkil etmiyor ki; o çeşit muhalifler ve münkirler, en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar. İşte bu nokta-i nazardan, Risâle-i Nur’un şâkirdlerinden en müdhiş bir muhalif ve rejim müessisini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder.

Səs yoxdur